semih akçomak's blog

@semihakcomak – beni düşündüren şeyler – things that make me think

OPTIMIST’e söylediklerim ve daha fazlası

optimistBu ay Optimist dergisinde sanayi ve inovasyon politikası hakkında bazı görüşlerim yer aldı. Optimist Dergisi henüz çiçeği burnunda bir girişim, inovasyon ve yönetim dergisi. Haziran sayısı kapak konusu 2023 hedefleri. Kapağından da anlaşılacağı üzere (Hedef 2023, Böyle giderse tutmaz, Ekonomide yeni yaklaşım zamanı) görüş bildiren akademisyenler ve profesyoneller 2023 hedefleri konusunda çok umutlu konuşmamış. Aşağıda benim dergide de yeralan görüşlerim ve biraz daha fazlası var. Ancak daha fazlası için Optimist Haziran sayısını öneririm. Sağlam bir içerik var.

Detaylara girmeden önce beni oldukça rahatsız eden Türkiye’nin kimlik bunalımından bahsetmek lazım. Türkiye Ortadoğu’nun en güçlü ekonomisi; Avrupa’nın yükselen değeri; BRIC ülkelerine dahil olmalıdır; gelişmekte olan bir ülke; yükselen bir piyasa ya da orta gelirli ülke statüsünde vs. Türkiye’nin hangi konumda olduğuna yönelik tartışmalara harcadağımız zaman ve entellektüel kapasitenin bir kısmını, “Türkiye nasıl kalkınabilir?” gibi basit bir soruya yönlendirebilseydik, şu anda başka şeyleri tartışıyor olurduk muhtemelen.

Türk ekonomisinde olumlu bir hava var. Ya da en azından böyle gösterilmek isteniyor. Aslında burada kısa ve uzun dönem arasındaki farkı da gözlemliyoruz. Yurtiçinde ve dışında pek çok kişi Türkiye’nin ekonomik büyümesinden bahsediyor oysa akademisyenler büyüme kavramına biraz daha uzun dönem mantığıyla yaklaştıkları için ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmadığını düşünüyor.

Şu anda ekonomik sistemi ayakta tutan temel dayanaklardan birisi sistemdeki yabancı kaynaklardır (bkz. Erinç Yeldan’ın yazısı http://getir.net/49le ). Bu para özellikle inşaat ve hizmetler sektörü içinde dönüp durmaktadır. Ekonomik konjoktür bu şekilde devam ettiği sürece sorun yok. Ancak bu para eninde sonunda geldiği yere geri gidecek. Kendi sermayemizi yaratmanın tek yolu sanayileşmedir. Bu da mikro boyutta teknoloji ve sanayi politikası gerektirmektedir. Ben hala siyasi görüşten bağımsız her hükümetin uygulayıp devam ettirebileceği bir sanayi politikamızın olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle bu olumlu görünümü uzun dönemde korumak zor. Haliyle 2023 hedefler konusunda karamsar bir tavır takınıyorum.

Zaten bazı 2023 hedeflerine teknik olarak ulaşmak hemen hemen imkansız. Örneğin ilk 10 ekonomi arasına girme hedefi. Şu anda bizden GSMH olarak büyük ekonomilerde ya verimlilik yüksek ya da bu ülkelerin nüfusları fazla. Biz bırakın 10 yıl sonrayı daha uzun dönemde bile ABD, Almanya, İngiltere, Çin, Hindistan, Endonezya, Rusya, Japonya gibi ülkeleri ekonomik büyüklük anlamında yakalayamayız. Bu ülkelerin ekonomik büyüklük olarak önüne geçmemiz için verimliliğimizi büyük oranda artırmalı ya da nüfusumuzu ikiye katlamalıyız. Bunun ikisi de pek mümkün görünmüyor.

Hedefleri tutturmaktan öte basit bir soruya odaklanmalıyız: uzun dönem sürdürülebilir ekonomik büyümeyi nasıl sağlayabiliriz? İlk etapta büyümenin oluşacağı şartları hazırlamamız gerekiyor. Araştırmalar uzun ve çok uzun dönem ekonomik büyümede hukukun üstünlüğü ve eğitim gibi kurumların önemli rolü olduğunu gösteriyor. Şu anda yüksek gelirli ülkelere baktığımızda hukuk kurumunun ve eğitim altyapısının ülkenin namusu olduğunu görüyoruz. Yani siyasi görüşten bağımsız olarak göreve gelen her hükümet bu iki kurumun gelişmesi için büyük çaba sarfetmiştir. Hukuk ve eğitim politikası siyasi görüşten bağımsızdır. Oysa Türkiye’de göreve gelen her hükümet bu iki kurumu ele geçirmeye çalışır. Bu hastalıktan kurtulmadığımız sürece hangi ekonomik politika tasarımını uygularsak uygulayalım uzun dönem sürdürülebilir büyüme fikri biraz uzakta gözüküyor.

Sanayi politikası bağlamında ise biraz ezber bozan politika tasarımları konusunda fikir yürütmemiz gerekiyor. Bilim, teknoloji ve sanayi politikasının ana mantığını tamamen değiştirmeyi düşünmeliyiz. Şu anda politikamız özel sektör firmalarını Ar-Ge ve inovasyon yapmaya teşvik etmeye dayanıyor. Yani devlet Ar-Ge ve inovasyon için piyasa koşullarını iyileştiriyor. Böyle bir politika ortamında radikal inovasyon oluşma ihtimalı çok düşük. Zaten radikal inovasyon bazında ne durumda olduğumuz kişi başına düşen patent rakamlarına bakıldığında görülebiliyor (Avrupa, Amerika ve Japonya Patent Enstitüsü patentleri). Bilim, teknoloji ve inovasyon keşif alanlarında pek ismimiz geçmiyor.

SPRU, Sussex Üniversitesi’nden Mariana Mazzucato’nun “girişimci devlet” kavramı ilginç bir bakış açısı sunuyor. Örneğin şu anda kullandığımız teknolojilerin çoğu Amerikan devleti tarafından bizzat devlet araştırma kurumlarında geliştirilen teknolojilerdir. Yani devlet bizzat piyasa yaratmıştır. Ancak Türkiye’de şu andaki duruma bakarsak devlet araştırma kurumları etkinsizleştiriliyor ve özellikle temel bilimler büyük çıkmaz içinde. Teknoloji geliştirme ve inovasyon neredeyse tamamen özel sektöre devredilmiş durumda. Oysa Amerika’da NSF (ulusal bilim vakfı) bütçesi devamlı büyümekte ve devlet hala temel bilimlere ve Ar-Ge’ye büyük yatırımlar yapmaktadır. Hakikaten kendi geliştirdiğimiz ileri-teknoloji ürünlerinden bahsetmek için devlet teşvik dağıtmaktan çok daha fazlasını yapmalıdır. Tabiki Türkiye’nin fiziksel, finansal ve insan sermayesi altyapısı düşünüldüğünde “piyasa yaratan” devlet politikası tasarımına geçmemiz çok kolay değil ancak bazı niş alanlarda denenebilir.

, , , ,

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *