Beynim Göçtü
Manşetlerden duyduk: Yurtdışında yaşayan Türk Einstein’lara geri dönün çağrısı yapmışız. İlk ağızdan öğrendiğimiz üzere nitelikli iş gücü açığını kapatabilmek için tersine beyin göçünü özendirmek devlet politikası haline dönüştü.
Gerekçeler hazır: Türkiye hızla gelişen bir ülke; araştırmacılar için pek çok desteğimiz mevcut; çok paramız var (asıl gerekçe: biz yetiştiremiyoruz); siz yeterki dönün. Devletin bu çağrısına genelde olumsuz tepkiler geldi: Türkiye’de bilim politikası var mı ki dönelim; Türkiye’de üniversiteler özerk değil ki dönelim vs vs. Tersine beyin göçü konusu geçen hafta gündemimizi bir süre meşgul etti. Bir sürü şey yazılıp, çizildi. İlginçtir, yakın zamanda Türkiye’ye dönmüş araştırmacılardan hiç görüş alınmamış. Yaklaşık 100 araştırmacıyı dünyanın çeşitli bölgelerinden İstanbul’a getirip bir tomar para harcamak yerine, yakın zamanda geri dönüş yapan araştırmacılardan görüş alınsa daha uygun olmaz mıydı? Geri dönmeme nedeni olarak dile getirilen bilim politikası ve üniversite özerkliği gibi klişe söylemlerden öte çok daha detaylı bilgi verebilecek yüzlerce araştırmacı var bu ülkede. Sayın Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanım ve sayın TÜBİTAK Başkanım, bizlere danışmak hiç aklınıza geldi mi?
Ben bugün sizlere, Türkiye’de uygulanan beyin göçürme politikasını ana hatlarıyla anlatacağım. TÜBİTAK bizleri yurtdışında yaşayan değerli bilim insanlarımız kadar entellektüel bulmamış olacak ki görüşlerimizi sorma gereği duymadı. Bu nedenle üniversitelerin özerkliği ve bilim politikamızın varlığı (ya da yokluğu) gibi entellektüel konulara değinmek ne haddime deyip sizlere son bir buçuk yılımı anlatacağım.
2011 yılı başında yaklaşık 7 yıllık Hollanda macerama son verip Türkiye’ye döndüm. Yardımcı doçent kadrosu almanın oldukça zor olması nedeniyle ilk etapta TÜBİTAK geri dönüş bursundan yararlanarak ODTÜ’de çalışmaya başladım. Devlet üniversitelerinin en büyük sorunlarından birisi YÖK’ten yardımcı doçent kadrosu almaktır. Yurtdışından geri dönen araştırmacıların büyük bir bölümü atanmadan önce bir-iki yıl süreyle projeler, burslar ve benzeri fonlarla (ya da öğretim görevlisi kadrosunda) kıt kanaat geçinirler. Bu tip pozisyonların çoğunda sağlık sigortası ve sosyal güvence yoktur ve bu harcamaları kendi cebinizden (ya da burs bütçesinden) karşılarsınız. TÜBİTAK geri dönüş burs programında da sosyal güvenlik meselesi göz ardı edilmiş. Hak kaybına uğramamak için isteğe bağlı Bağ-Kur sistemine kaydolmak durumunda kaldım. Böyle bir üniversite personel sistemiyle yurtdışından araştırmacı çekebilir misiniz?
Esas ilginç olan nokta üniversitelerde “araştırmacı” kavramının olmaması nedeniyle ODTÜ’nün bir süre beni ne yapacağını bilememesiydi. Kimlik kartından, araç taşıt puluna kadar aklınıza gelebilecek her durumda sistemdeki bu tanımsızlığın cezasını çektim. Muhtemelen her üniversitede durum aynıdır. Sorunlar çözüldü ama sabrımı sınayarak.
YÖK’ten yardımcı doçent kadrosunun istenmesinden atanmama kadar geçen süre yaklaşık 5 ay. 8 ay sürenlerin olduğunu duyunca halime şükrettim. Sonuçta geçen Mart ayı itibariyle ODTÜ’de yardımcı doçent olarak çalışmaya başladım. Son bir buçuk yılım pek heyecanlı geçti anlayacağınız.
68. Durun bir de yazıyla yazayım: altmış sekiz. Son bir buçuk yıl içinde Türkiye’de yerleşik düzene geçmek için topladığım belge sayısıdır 68. Ne için mi: nüfus idaresine kayıt, muhtarlığa kayıt, askerlik, TÜBİTAK bursu, doktora denklik, KPDS, ODTÜ’de ziyaretçi araştırmacı kadrosu, yardımcı doçentlik için başvuru, hakemler için dosya hazırlanması, kadro çıktıktan sonra atanma için toplanan evraklar vs. vs. Son bir buçuk yıl içinde akademik anlamda kazanımlarım olmuşmudur bilemiyorum ama bürokratik çarkların işleyişini bir nebze öğrendim. Türkiye’de yerleşik düzene geçme konusunda yurtdışındaki arkadaşlarıma danışmanlık hizmeti bile vermeye başladım. Tanıdıklarıma bedava, tanımadıklarıma parayla!
Biraz önce size bürokratik çarkların işleyişini bir nebze öğrendiğimi söyledim değilmi. Yanılmışım. Bir süre önce Bağ-Kur ve yurtdışındaki hizmetlerimi birleştirmek amacıyla SGK’ya başvuruda bulundum. Şu an itibariyle üç farklı birimden üç değişik cevap geldi ve işler arap saçına döndü. Yurtdışında uzun süre çalışan bir araştırmacının yurtdışındaki hizmetlerinin Türkiye’deki hizmetleri ile birleştirilmesi, ikili anlaşmalar yoluyla düzenleniyor. Ne yazıkki Hollanda ile böyle bir anlaşma imzalanmamış (ve pek çok ülkeyle böyle bir anlaşma mevcut değil). Bu kadar basit bir mevzuyu bile düzenleyemezken gelişmişlikten; 2023 yılı %3 Ar-Ge harcaması hedefinden; 500-600 bin araştırmacımız olması gerektiğinden bahsetmenin anlamı var mı? Bu arada yukarıdaki 68 rakamına SGK’nın istediği bir sürü evrak ve bunların Türkçe çevirileri dahil değildir; belirteyim.
Yazdıklarımı okuyunca ister istemez şöyle bir karşılaştırma yapma gereği duydum. YÖK ya da benzeri bir bursla yurtdışına doktora eğitimi için giden bir araştırmacı geri döndüğünde kadro, hizmet birleştirme ve benzeri hiç bir sorunla uğraşmıyor. Çünkü bu süre zarfında devlet memuru statüsünde çalışmaya devam ediyor. Hatta döndükten sonra bir-iki yıl çalıştığında, belli bir kadro derecesine ulaşması nedeniyle yeşil pasaport bile alabiliyor. Bu araştırmacının devlete maliyeti yaklaşık 400,000 TL civarında (üniversite ücreti, ödenek, maaş ve diğer harcamalar). Ben geri döndüğümde devlete maliyetim sıfırdı. Sıfır maliyetle yetişmiş işgücü Türkiye’ye dönüyor; en azından bir takım kolaylıklar bekliyor; aksine sistemin sopasından geçiyor. Yukarıdaki sorunlar yumağını hatırladıkça sistem tarafından cezalandırıldığımı düşünmeden edemiyorum. Bu durumda siz Türkiye’ye döner miydiniz?
Yukarıda anlattıklarım devletin beyin göçürme politikasının bir ürünüdür ve gayet başarıyla uygulanmaktadır. İstemeden “tersine göçen beyinleri daha nasıl göçürürüz” sorunsalı çerçevesinde dikkatlice kurgulanmış görünmez bir politikamızın olduğu gibi deli saçması şeyler aklıma geliyor. Hal böyleyken Yurt Dışındaki Türk Bilim İnsanları Kurultayı düzenlemenin; düzenleyipte sonuçları medyayla playlaşmanın bir manası var mı?
‹ Yerli otomobil stratejisi küreselleşen üretimle ne kadar uyumlu? Niceliğin gölgesindeki niteliksiz politikalar ›