Trafik Psikolojisi Öğrencileri Trafikte Yaşam ve Trafikte Yaşatmak için Bizlere Seslendi! – Part 3

July 16, 2022

Bu postta okuyacağınız köşe yazıları, 2021-2022 Bahar dönemi kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji bölümünce verilen PSY 354 Introduction to Traffic Psychology dersinin final ödevi olarak dersi alan öğrenciler tarafından yazılmıştır. Introduction to Traffic Psychology dersinin amacı, trafik psikolojisi alanındaki temel yaklaşımlar, metotlar ve uygulamalar hakkında öğrencilere bilgi sunmak ve onlara günlük hayatlarında önemli bir yer kaplayan trafik ve ulaşım kavramları hakkında farkındalık kazandırmaktır.

Introduction to Traffic Psychology dersi, Prof. Dr. Türker Özkan tarafından araştırma görevlileri Derya Azık, Gizem Fındık, Burcu Arslan, Şerife Yılmaz, Nesrin Budak, Uluğhan Ergin ve Gözde Atalan asistanlığıyla verilmektedir. Ekibimiz, 2005 yılında kurulan Safety Research Unit (SRU) – Güvenlik Araştırmaları Birimi (GAB) adı altında, genel güvenlik ve trafik güvenliği konularında uygulamalı araştırmalar yürütmektedir. Ekibimiz hakkında detaylı bilgi için:

Introduction to Traffic Psychology Dersinin Öğrencilerine Kulak Verelim: 

Mustafa GÖNEN – TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

Evden çıkıp sokağa adımınızı attığınız an siz artık bir yol kullanıcısınız. Bir yaya olarak en savunmasız grupta bulunuyorsunuz. Zira,tüm dünyada yol kazalarında ölenlerin yarısı bisiklet ve motosiklet sürücüleri ile birlikte yayalar. Sadece dün, 1 Temmuz 2022’de, 3712 insan yollarda can verdi (WHO). 20 uçak dolusu insan… Günlük hayatın telaşından fark etmesek bile trafikte büyük bir risk altındayız. Bu riski azaltmak bizim elimizde.

Uluslararası Taşımacılık Forumu’nun Yol Güvenliği 2020 raporuna göre, hızı azaltmak demek ölüm ve yaralanmaların azalması demek. Yerleşim yerleri ve okul çevrelerinde belirlenmiş hız limitlerine uymamız şart. Dikkat çekmek istediğim bir nokta daha var ki kırsal kesimde bulunan yollar. İstatistiklere göre en ölümcül kazalar burada gerçekleşiyor (Ölümlerin yarısından fazlası, hatta bazı ülkelerde üçte ikisi, ITF 2020). Özellikle, altyapı konusunda yetersiz ve kontrolün olmadığı bu yollarda çok daha dikkatli olun.

İkinci önemli hususta emniyet kemeri kullanımı. Şapkadan tavşan çıkmadı değil mi? Kullanımı en basit, maliyeti en az ve etkinliği en yüksek ekipman: Emniyet kemeri. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016 raporuna göre, olası bir trafik kazası sonucu ölüm ve yaralanma riskini yüzde 75’e varan oranda önlüyor. Yani, Allah korusun, dört defa kaza geçirdiğinizi varsayalım. Emniyet kemeri takılıysa bunların üçünde ‘paçayı sıyırma’ şansınız yüksek. Emniyet kemeri gerçekten hayat kurtarıyor.

“Bu kadar basitse neden bu kadar çok kaza oluyor?” diye aklınıza gelebilir. Trafikte her şey insan, araç ve çevre üçgeninde cereyan ediyor. İnsan bu sistemin kalbinde yer alıyor. Emniyet ve Jandarma’nın verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de gerçekleşen kazaların yüzde 97’si insan kusurundan kaynaklı. Çoğu zaman bir durumun yanlış algılanması veya hatalı bir karar sonucu kaza meydana geliyor. “Beşer şaşar!” diye
boşuna dememişler. Bununla birlikte, sadece insan kusurlarını tespit etmek ve düzeltmekle mesele bitmiyor. Doğru teşhisi koyabilmek için sürücü-araç-çevre mekanizmasının bir bütün olarak ele alınmasına ihtiyaç var.

İnsan odaklı, çevreye duyarlı ve sürdürülebilir bir ulaşım mümkün. Dünya’da 2000’ler sonrası benimsenen ‘Veriye dayalı yeni trafik güvenliği’ anlayışı bir dönüşüm başlattı. BM çatısı altında, 2009 yılında 150 ülkenin imzaladığı Moskova Deklarasyon’u çok önemli bir adım. Bu doğrultuda hazırlanan BM Yol Güvenliği Eylem Planı ile 2011-2020 yılları arasında trafikteki ölümlerinin %50 azaltılması hedeflenmiştir. Bu da 5 milyon
insanın yaşatılması demek. Türkiye de aldığı önlemlerle 2019 yılı itibariyle trafikteki can kaybını 2011’e oranla yüzde 35 azaltmayı başarmıştır.

‘Güvenli sistem’ odaklı 2030 Trafik Stratejimiz, öncelikle insanoğlunun hata yapabileceğini kabul etmek ve trafikteki olası hataları telafi edecek sistemler geliştirmek olarak duyuruldu. Bu yaklaşımın temelinde yol güvenliğini geliştirme sorumluluğunun tüm paydaşlara dağıtılması var. Hem yol kullanıcısı hem sorumlu bir vatandaş olarak hepimiz bu ortak stratejinin önemli bir parçasıyız.

Peki ne yapabiliriz? Bisiklet gibi sürdürülebilir ulaşım modlarını tercih edebiliriz. Başta kendimiz ve ailemizin yol güvenliğini sağlamak için trafik kurallarına uyarak topluma örnek olabiliriz. Unutmalayalım. Trafik güvenliği bir halk sağlığı sorunudur. Çözümü de katılımcı bir irade ve kararlılıkla mümkündür.

Mustafa MORKOÇ

Gün içinde işe, okula ya da ulaşmak istediğimiz yere gitmek için neredeyse hepimiz şoför, yaya, bisikletli, motorlu ya da elektrikli scooter kullanıcısı olarak bir şekilde trafiğin içinde yer alıyoruz. Bu yolculuk sürecinin güvenlik tedbirleri gerektirdiğini düşünüyorum. Peki, trafik güvenliği neden önemli ve gerekli?

Bu sorunun cevabı aslında gayet basittir. Trafik güvenliğini sağlamak için alınacak önlemler ve kurallar; kazaların, yaralanmaların ve hatta ölümlerin önüne geçebilmemizde bize çok büyük faydalar sağlıyor. Örnek olarak hız sınırları, trafik işaretleri, trafik ışıkları ve yol işaretleri gibi göstergeler, yol kullanıcılarının (şoför, yaya, bisikletli vb.) kazaya sebebiyet vermesini önlemede yardımcı olur. Yol kullanıcılarının sadece şoförler olduğu düşünülebiliyor. Ancak herhangi bir amaçla yolda olmak, yol kullanıcısı olmak için yeterli bir gerekliliktir. Yayalar ve bisikletliler gibi daha savunmasız, trafik işaretlerine güvenen yol kullanıcıları da vardır. Yaya geçidi işaretleri, yayalar için güvenli bir geçiş bölgesi olduğunu gösterirken sürücüler için de dikkatli olunması gerektiğini bildirir. Bisikletliler için de geçerli olan kurallara uyulması, yolun güvenli şekilde kullanılması açısından önemlidir.

Şöyle bir gerçek var ki trafikte en savunmasız yol kullanıcıları yayalardır. Şoförler için ehliyet ve yaş sınırı gibi gereksinimler trafik güvenliğini arttırırken; yayaların, çocuk, yaşlı, fiziksel ya da mental engeli bulunanlar olabilmesi, onları diğer yol kullanıcılarına göre daha savunmasız hale getiriyor. Bunu nedeni ise yaya olmak için gerekli minimum standardın olmayışıdır. Bu yüzden, maalesef ki yayalar en hassas ve en çok tehlike altında olan yol kullanıcıları olarak kabul edilebilir. Yayalar olarak, yaya geçidinden karşıya geçmek, trafik ışıklarına uymak ve kaldırımdan yürümek gibi alınabilecek önlemler her ne kadar önemli olsa da bir noktada sürücüler tarafından fark edilebilme ve saygı duyulabilmenin etkisi göz ardı edilemez.

Kazalara ve ölümlere neden olan temelde 3 faktör bulunuyor. Bunlar, insan davranışları (sürüş becerileri, hatalar, kural ihlalleri vb.), çevre faktörleri (yollar, trafik işaretleri, altyapı) ve araçlardır. Çevre faktörlerinin iyileştirilmesi yöneticilere bağlıyken, araçların daha ergonomik hale getirilip kazaların ve ölümün en düşük seviyede tutulmasını sağlamak ise araç üretim şirketlerine bağlıdır. Ancak insan davranışları konusu ise tamamen bireylerin davranışlarına (hatalar ve ihlaller), kişilik ve bireysel farklılıklarına (karakteristik özellikler vs.), önyargılarına, bilişsel süreçlerine ve diğer yol kullanıcılarıyla olan etkileşimlerine bağlıdır.

TÜİK, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın verilerine göre 2010-2020 arasında meydana gelen ölümlü ve yaralanmalı trafik kazalarındaki kusur oranlarına baktığımız zaman ortalama %88-90 arası sürücünün, ortalama %6-9 arası yayanın kusurlu olduğunu görebiliriz. Bu veriler doğrultusunda, trafik güvenliğinde tehdit yaratan en önemli faktörün sürücüler olduğunu açıkça görebiliyoruz. Kazalara sebep olan şey ise aslında sürücülerin sürüş tarzlarıdır. Sürüş tarzı, bir sürücünün sürüş sırasında ne yapmayı seçtiğidir. Bu da sürücünü kişilik özellikleriyle şekillenir. Bu özellikler, sürücünün tahammül seviyesi, uyaranlara karşı hassasiyeti, hızlı karar verme becerisi ve farkındalıkları olabilir. Bunların ülkemizde çok gelişmiş olduğunu maalesef ki düşünmüyorum.

Türkiye’de trafik kurallarına uyma eğiliminin sürücülerde çok yüksek olmadığını istatistiklerdeki kusur oranlarında gördük. Bunun nedeninin cezaların sürücüler üzerinde caydırıcılığının olmadığını düşünüyorum. Örneğin ülkemizde hız sınırının aşımının yalnızca para cezasıyla karşılık bulması, alkollü araç kullanımının ilk seferde para cezası ve 6 ay ehliyete el koyma, ikinci seferde para cezası ve 2 yıl ehliyete el koyma gibi hafif kalan cezalar bulunuyor. Danimarka’da ise hız sınırının aşılması durumunda, aracın şoföre ait olup olmamasına bakılmaksızın, araca el konuyor. Bu ciddi cezanın uygulanabilmesi ve caydırıcılığıyla trafik güvenliği konusunda Danimarka için çok güzel bir nokta.

Peki, bizim asıl amacımız nedir? Kazaları ve ölümleri azaltmak, maddi ve manevi kayıpları en düşük seviyede tutmaktır. Peki, bunun içi ne yapabiliriz? Yukarıda bahsettiğimiz gibi kazalarda büyük farkla en kusurlu olan sürücülere odaklanmak. Ehliyet alacak olan adaylara, uzman bir sürücünün zihniyeti ve trafik ortamının karmaşık zihinsel modeli hakkında farkındalık yaratmak. Risk farkındalığı, öngörü eğitimi, yorum sürüşleri gibi çeşitli eğitimlerle sürücü adaylarını daha iyi bir süreçten geçirip trafik güvenliğini arttırabiliriz.

Mustafa YILDIRIM – TRAFİK KÜLTÜRÜNDE VAR OLMAK ÜZERİNE

Trafik yaşayan her varlığın bulunduğu bir ortamdır. En büyük topluluklardan birisidir desek yanlış olmaz. Canlılar gibi trafik de büyüyen, gelişen ve çeşitli zorlukları olan bir olgudur. Yollar ve insanlar birbirinden bağımsız değerlendirilemeyecek iki parçadır. Tüm dünya tarihine baktığımız zaman da trafiğin her zaman var olduğu görülmektedir.

Trafik güvenliği toplumların ve insanların hayatlarına sağlık, ekonomi ve sosyal alanlar gibi birçok farklı noktadan etki etmektedir. İnsan nüfusunun artışı, teknolojinin gelişimi ve sistemlerinin iyileşmesi sonucunda otomobil kullanımı çarpıcı bir şekilde artmaktadır. Ancak artışların sonucunda trafik kazaları güncelliğini koruyan ve iyileştirilmesi gereken bir durum olarak hepimizin karşısına çıkmaktadır. Birçok farklı nedene bağlı olarak gerçekleşen trafik kazaları neredeyse savaşlar kadar insan kaybına yol açtığı için hepimizin bu konuda enine boyuna düşünmesi gerekmektedir.

Gittikçe yoğunlaşan trafik ortamlarında dünyada her sene ortalama 1,3 milyondan fazla insan trafik kazaları sonucu hayatını kaybetmektedir. Sadece ölümlerle kalmayan trafik kazaları sonucunda her yıl 50 milyon insan da yaralanmaktadır. Bu korkunç tablonun yanı sıra trafik kazaları tüm ölüm nedenleri arasında 9.sırada yer almaktadır. Bu sıralamanın da 2030 yılına kadar 5.sıraya yükseleceği tahmin edilmektedir.

Trafik kazaları sonrası çoğu zaman tek düşünülen hayatını kaybetmiş veya yaralanmış kişi oluyor. Ancak trafik kazalarında sadece kazaya karışan kişi değil ardında bulunan tüm yakınları oldukça derinden etkilenmektedir. Hayatta kalan insanların kendileri gibi tüm sosyal çevreleri hem psikolojik hem de fiziksel zorluklarla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Sosyal açıdan insanlara ve topluma birçok yönden zararı bulunan trafik kazaları sadece bu yönüyle kalmayıp ekonomik olarak da bizlere zarar vermektedir. Kazalar sonucu oluşan hastane masraflarının yükünün yanı sıra eğer bir can kaybı varsa ve bu kayıp evin geçimini sağlayan bir kişi ise aile ekonomik olarak bir çöküntüye girmektedir. Bireysel açıdan oldukça üzücü olan bu durum sistemsel açıdan da farklı değildir. Hem kaza anlarında hem de yaralıların tedavi sürecinde oluşan maliyetler ülkenin ekonomisinde çeşitli yaralar oluşturmaktadır.

Tüm bu durumlar ve artan trafik yoğunluğu sebepleri ile trafik güvenliği oldukça kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca üstüne düşülmesi gereken bir konu olmasının diğer bir sebebi ise kazaların önlenebilir ve düzeltilebilir bir toplumsal sorun niteliğinde olmasıdır. Her gün internette, televizyonda boğazlarımızı düğüm düğüm eden trafik kazası haberlerini görmemek için hepimizin şapkasını önüne koyup düşünmesi ve bu konuda adım atması gerekmektedir.

    Yola atlayan çocuğa araba çarpması sonucu son yolculuğuna uğurlandı, yolun karşısına geçerken otomobilin çarptığı 73 yaşındaki yaşlı kadın hayatı kaybetti, motorlu sürücü bariyerlere çarparak can verdi, bisiklet sürücüsünü görmeyen araç arkadan bisikletliye çarptı ve bisiklet sürücüsü hastanede son nefesini verdi ve daha onlarca başlık. Yabancı değiliz değil mi bunlara? Her gün sosyal medyada, haberlerde ve gazetelerde gördüğümüz duyduğumuz belki de bir yakınımızın başına gelen olaylar. Neden peki trafikteki bu insanların haberlerini çok duyuyoruz? Neden motoru birçok insan “motor işi şeytan işi” diyerek nitelendiriyor hiç düşündünüz mü? Çünkü yaşamımız boyunca belli grupların trafik kazalarında daha fazla yaralandığını veya öldüğünü gördük. Bu gruplar gittikçe yoğunlaşan trafik ortamlarında daha da zor zamanlar geçirmektedir. Savunmasız yol kullanıcıları olarak nitelendirilen bu gruplar daha korunmasız ve hassastırlar. Yeni bir araba alacakken ilk dikkat edilenlerden bir tanesi hava yastığının olup olmamasıdır. Ancak hassas yol kullanıcılarını trafikte tehlikeden koruyacak ne bir kabukları ne de hava yastıkları bulunmaktadır. Bundan dolayı zarar görmeye en açık topluluklardan oluşurlar. Yayaların, bisiklet sürücülerinin, motosikletlilerin, araç içerisinde bulunan çocukların hatta giderek yaygınlaşan e-scooter sürücülerinin kaza anında daha çok zarar görmeleri ve can kaybı riskinin daha fazla olma ihtimalinden dolayı bunlar savunmasız yol kullanıcıları olarak adlandırılır. Aynı zamanda fiziksel özelliklerinden dolayı kazalarda zarar görme olasılığı fazla olan çocuklar, yaşlılar ve engelliler de bu grubun parçalarıdır. Trafikte bu grupların da olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Sürücüler, tüm hassas yol kullanıcıları ile çarpışmayı önlemeye özen göstermelidir, çünkü daha savunmasız bir yol kullanıcısı her zaman daha kötü durumda olacaktır.

Hepimiz günlük hayatımızda bir noktadan diğer bir noktaya giderken güvenli ve sorunsuz bir şekilde ulaşmak isteriz. Kimse o gün, bana bir araba çarpsın diyerek yola çıkmaz veya kimse o gün birine çarpmayı hedefleyerek de yola çıkmaz. Ancak bazı araç sürücüleri bilerek veya bilmeyerek insanların hayatlarını zora sokarlar. Bireylerin trafikte daha bilinçli ve daha düşünceli bir şekilde hareket etmesi gerekmektedir. Trafikte nasıl davranılacağı kanunlar çerçevesinde belirlenmiştir. Tabi ki adabımuaşeret kuralları da yazılı olmasa ve sonunda bir ceza yemeyecek olsanız bile trafikteki davranışları etkilemektedir. Türkiye’de trafik canavarları her sene ortalama 130 bin trafik kazasına sebep olmaktadır. Ve bu kazaların çoğu da trafik kurallarının ihmali ve ihlali sebebi ile oluşmaktadır. Trafikte nasıl davranmamız veya nasıl araç kullanmamız gerektiği ile ilgili kamu spotları, reklamlar, afişler gibi tüm bilgilendirmeler vardır. Alkollü araba kullanıcıları, zincirleme kazaya sebebiyet verecek kadar takip mesafesini korumayan sürücüler, ışıklara uymayanlar gibi birçok durum aslında yasalarla engellenmeye çalışılsa dahi insanların canlarını hiçe sayan sürücüler kural dinlemeyip trafikte var olmaya devam ediyorlar. Ayrıca sürücülerle beraber yayaların da karıştığı saygı ve nezaket sınırlarını aşan tartışmalardan doğan kıvılcımlar fitilin yanmasına ve sonrasında giderek büyüyen bir yangına neden olabilmektedir. Hepimizin aslında tek istediği basit bir şekilde A noktasından B noktasına ulaşmakken trafik bu kadar komplike ve insan hayatı bu kadar ucuz olmamalı. Trafikte güvenli bir ortam oluşturabilmek için kanunlar çerçevesinde hareket etmeli ve aynı zamanda toplumun saygı penceresinden de bakmalıyız. Böylece hem bireysel çerçevede hem de toplumsal çerçevede güvenli bir trafik ortamını el ele inşa edebiliriz. Güvenli trafik ortamı refahı getirir. Hepimiz yola çıkıyoruz, kimimiz okuluna, kimimiz işine kimimiz ise sevdiklerimizin yanına. Temel olarak iki nokta arasında gidip-gelmek olsa da trafik bu olgudan ibaret değildir, büyük bir ekosistemdir. Bu ekosistemde var olabilmek için kişisel sınırlara saygı duyup başkalarının haklarına da özen göstermeliyiz. Trafikte etkileşimde olan her insan birbirinden de sorumludur aslında, hiç kimsenin hayatı bir diğerinden daha değerli veya daha az değerli değildir. Herkesin ardında gözü yaşlı sevdikleri kalabilir. Senin de benim de veya trafikte yanımızdan geçen, belki bir daha görmeyeceğimiz herhangi bir insanın da yaşamı o kadar kıymetli ve değerlidir ki bunun her zaman bilincinde olmalı ve ona göre hareket etmeliyiz.

Amacımız sadece ulaşmak değil güvenli ve huzurlu bir şekilde ulaşmak olmalı. Ancak trafiğin ikliminin etkileri sadece insanlar üzerinde değildir. Dünya da insanlar kadar yaşayan bir varlıktır. Oksijeniyle, suyuyla, doğasıyla nefes alan bir varlıktır yer küremiz. Giderek yoğunlaşan trafik ortamında artan gaz emisyonu her geçen gün karbon ayak izini arttırmaktadır ve bunun yaşayan Dünya’mıza zararları tartışılmazdır. Bunlara hem küresel hem de ülkemiz çapında müdahalede bulunmazsak dünyamızı kendi ellerimizle yavaş yavaş yok ediyor olacağız. Danimarka hükümeti 2030 yılına kadar uçaklarında biyoyakıt kullanımına geçmeyi hedefliyor, aynı zamanda Fransa’da reklamlarda yenilebilir enerji kaynaklarına yönlendirici kamu spotları getirmek zorunlu oldu. Yurtdışında daha birçok örnek bulunurken Türkiye’de de bu konuda emin adımlar atılmaya başlandığını görüyoruz. Toplu taşıma araçlarında elektirikli araçlara yönelinirken, şehir içi ulaşımlarda paylaşımlı bisiklet kullanımı da giderek yaygınlaşmaktadır. Çevre dostu toplu taşımanın teşvik edilmesi, araç paylaşımları gibi durumlar hem ülkemizde hem de dünyada önem verilen konulardır. Bu gibi birçok sürdürülebilirlik hareketi dünyamızın çocuklarımıza, geleceğimize miras bırakılmasını sağlamanın yanı sıra trafik sıkışıklığı konusunda da oldukça sıkıntı çeken şehirlerimize rahat bir nefes aldıracak ve güvenli bir trafik ikliminin oluşmasına katkıda bulunacaktır. Sürdürülebilir trafik güvenliğinin amacı, kaza ihtimalinin güvenli çevre koşullarıyla da sınırlandığı bir trafik sistemini var etmek ve trafik canavarının artık hayatları koparmasını önlemektir.

Hepimizin elinde bulunan en önemli ve en büyük hak yaşamdır. Her geçen gün yoğunlaşan trafik ikliminde kaybettiğimiz canları düşündüğümüzde kelimeler kifayetsiz kalıyor. Ardında kalan insanların gözü yaşlı, giden insanın ise yaşanmamış bir ömrü kalıyor. Yaralanan insanlar ise bu yükü tüm ömürleri boyunca omuzlarında taşımak zorunda kalıyorlar. Tüm bunları öncelikle insan daha sonrasında ise trafik ortamında var olan bir birey olarak her zaman göz önünde bulundurmalıyız. Trafik kuralları bazen insanların canını sıksa da sistemsel hareket etmek aslında en değerli varlık olan bizleri koruyabilmek için en önemli bir yoldur. Trafiğin kaos ortamına dönüşmesi insanlarda kaygı, öfke ve huzursuzluk gibi birçok olumsuz durumun büyümesine ve giderek artan trafik terörünün artmasına neden olacaktır. Bireyler ve sistem birbirinden ayrılmaz iki dinamik olgudur. Ne bireyler sistemsiz hayatta kalabilir ne de sistemler bireyler olmadan ayakta kalabilir. Bizler birbirimizle bir bütün şeklinde var olabiliriz. El ele, huzurlu, yaşam dolu, saygı ve sevgi çerçevesinde yaratacağımız güvenli geleceklere…

Nefin ARISLAN – Trafiğin Psikolojisi mi Olur?

Tıkanan yollar, agresif kornalar, nazik yol vermeler…

Böyle bakınca trafiğin de bir psikolojisi hem de çok zorlanan bir psikolojisi var gibi geliyor kulağa.

Bilakis öyle.

Ama öyle insanları incelediğimiz gibi bir psikoloji değil bu.

Trafikte insan, araçlarla, yollarla, yoldaki çukurlarla ve hatta otoyolda önümüze aniden çıkabilecek bir hayvanla bile iletişim halindedir.

Ama bunlardan en belirsizi her zaman insan faktörüdür.

Bir otobüsün gideceği yol belliyken bir insanın kullandığı otomobil çok daha özgürdür.

Dolayısıyla da çok fazla bilinmezi vardır ve tahmin edilebilirliği çok düşüktür.

Buna rağmen bizler otomobillerimizle veyahut yürürken rahat edelim, ezilmeyelim ve bir kazaya karışmayalım diye de birçok mühendis ve trafik psikolojisi uzmanı birlikte çalışır.

Evet yanlış duymadınız, trafiğin de psikoloğu var.

Hem de Türkiye’de yetişmiş ve çalışmalarını sürdüren, Dünya’da öncü nitelikte araştırmalar yapan psikologlarımız onlar.

Örneğin, Türkiye’de en çok trafik kazası karayollarında gerçekleşirken hava yolu en güvenli ulaşım aracı olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye bu anlamda 2000 ve 2017 yılları arasında kara yolu ulaşımını azaltıp, eforunu hava yolu ulaşımını geliştirmeye harcamıştır.

Keza bildiğiniz gibi 2019’da açılan yeni havalimanı yolcu kapasitesi itibariyle trafik adına yapılan bir yatırım olmuştur.

Bir de sürdürülebilir trafik diye bir konumuz var.

Nedir sürdürülebilir trafik?

Bisiklet sürmektir, toplu taşıma kullanmaktır.

Her yere otomobilimizle gitmemek, bazen de kısa yürüyüşler yapmaktır.

Biraz yaya olmaktır belki de.

Hollanda’yı düşünün örneğin.

Ülkede en çok kullanılan ulaşım aracı bisiklet!

Evet, yürümekten bile yaygın.

Öyle ki, bisikletler için kat kat otoparklar mevcut Hollanda’da.

İşte sürdürülebilirlik budur.

Peki Türkiye bu anlamda ne yapıyor?

Gün geçtikçe artan bisiklet yollarını hepimiz fark etmişizdir diye düşünüyorum.

Fakat yine de o bisiklet yollarından motorla geçmeyi ya da yaya olarak o yolu işgal etmeyi bir türlü durduramıyoruz.

Belki ülkemize bu konuda biraz destek olup, daha “sürdürülebilir bir trafik” yaratabiliriz, hep birlikte.

Böylece trafik kaza oranlarını düşürüp, trafikteki karbon salınımımızı azaltırız!

Bakın ne kadar da kolay kolektif ve dünyaya faydalı bir iş içinde olmak.

Ayrıca, belirtmek isterim ki bunları yapmadığımızda yine en çok biz tehlikedeyiz.

Trafikte fazladan her araç ve her birey kazaya karışma ihtimalimizi arttırıyor.

Özellikle yayalar, hele ki çocuklar, dezavantajlı gruplar ve yaşlılar…

Bir kere sarıda geçmek bile o kadar tehlikeli ki aslında.

Sürdürülebilirliğe katkı yaparken trafik kurallarının da gerçek birer kural olduklarını tekrar hatırlayabiliriz belki.

Unutmayalım; ortada bir kural varsa, bir tehlike önlenmeye çalışılıyor demektir!

Binlerce mühendis ve trafik psikoloğu hem bizi hem yolları düşünerek, özenle yerleştirmiş demektir o trafik lambalarını ve levhalarını.

Bu nedenle, hepimizi daha farkındalığı yüksek olmaya ve kurallara daha titiz uymaya davet ediyorum.

Son olarak eklemek istiyorum ki; bisiklet kullanımını arttırmayı ve trafik kurallarına uymayı öğrendik öğrendik…

Zira otonom araçlar, hani o Elen Musk’ın sürekli paylaştığı havalı araçlar falan çok yakında bizim sokaklarımızdan da geçecek.

Elin otonom araçlarına alışmaya çalışırken bir yandan da Türkiye nasıl bu teknolojiye yetişebilir, bizi bekleyen bu teknolojik trafiğe nasıl daha kolay uyum sağlayabiliriz?

Bunları da zihnimizin bir kenarında tutup, psikolojik olarak bu fikirlere alışmaya başlasak iyi olur diye düşünüyorum.

Unutmayın, trafiğin de bir psikolojisi vardır!

Nevin Gamze ŞİLİT – Çevre ve İnsan Faktörlerinin Trafik Güvenliğine Etkisi

Hayatımızın her günü tehlikelere karşı karşıya kaldığımız ve bizim için güvenli olmasının hayati önem teşkil ettiği bir alan var: trafik. DSÖ’nün 2012 raporuna göre, karayollarında yaşanan kazalar sebebiyle her yıl yaklaşık 1,3 milyon kişi hayatını kaybederken ve milyonlarca insan maddi ve manevi olarak bu kazalardan dolayı zarar görmektedir. Birleşmiş Milletler, DSÖ, Emniyet Genel Müdürlükleri ve sivil toplum örgütleri gibi birçok organ trafik güvenliği meselesinin uluslararası bir sorun olduğunu kabul ediyor ve bu meseleye çözüm yolları bulmak için birlikte çalışıp önlemler almaya, yasa tasarıları ortaya çıkarmaya ve halkı bilgilendirmeye çalışıyorlar. Aynı zamanda, akademik araştırmalar yürüten Trafik Psikolojisi alt alanı da trafiği nasıl daha güvenli hale getirebiliriz sorusunu birçok farklı açıdan ele alarak sahadaki pratik yöntemlere teorik altyapı sağlıyor.

            Trafik güvenliğinin bizim için hayati öneme sahip olmasının birkaç farklı sebebi var. İlk olarak güvenli bir trafik kaza riskini gözle görülür ölçüde azaltıyor ve yol kullanıcılarına güvenli bir yolculuk deneyimi sağlıyor. İkinci olarak ise, trafiği aktif olarak kullanan motorlu araçlara karşın, yayalar, bisikletliler ve hatta sokak hayvanları gibi gruplar trafikte dezavantajlı durumda olduğu için bu gruplara güvenli bir yolculuk deneyimi sunmalıyız. Bu gruplar hassas yol kullanıcıları (vulnerable road users) olarak adlandırılıyor. Bu adlandırılmanın sebebi ise motorlu araçlarda olduğu gibi bir korumaya sahip olmamaları. Trafikte en çok risk altında olan hassas yol kullanıcıları grupları, çocuklar, yaşlılar, bisikletliler, engelli bireyler ve hayvanlar olarak sıralanabilir. Hassas yol kullanıcıları aynı zamanda herhangi bir kaza meydana gelmesi durumunda motorlu araçlara göre daha çok risk altındalar ve trafik güvenliği iyileştirmelerinden en çok fayda görebilecek gruplar olarak karşımıza çıkıyorlar.  

            Bir diğer sebep ise trafik kazaları sonucunda meydana gelen can kayıplarının ve yaralanmaların yanı sıra ortaya çıkan ağır maliyetler. Bu kazalar sonucunda araçlar ve trafik unsurları (yol ve levhalar) da ağır hasara uğrayabiliyor ve maddi olarak kişileri ve ülkeleri zor duruma sokabiliyor.

            Trafiği daha güvenli bir ortam haline getirebilmek için ülkemizde ve dünyada birçok önlem alınmasına rağmen bu problem hala önemini koruyor. Ülkemizde uygulanan tedbirlerden bazıları araçların hızını düşürmeye ve kurallara uyulmasını sağlamaya yönelikken bazıları da trafik kuralları çiğnendiği takdirde caydırıcı yaptırımlar uygulamaya yöneliktir. İlk kısım önlemleri MOBESE kameraları, trafik levhaları ve kasisler olarak örnekleyebiliriz. İkinci kısım önlemler ise radar sistemleri ve kameralar sayesinde uygulanan cezalandırma sistemleri olarak karşımıza çıkıyor.

            Trafik güvenliğinin bir diğer önemli getirisi sürdürülebilir ulaşım olarak örneklenebilir. Sürdürülebilir ulaşım, trafikte meydana gelen trafik sıkışıklığı, trafik hareketliliği, hava kirliliği ve araç emisyonları gibi faktörlerin uygun planlamalarla ve tasarımlarla çevreye duyarlı bir şekilde çözüme ulaştırılma girişimidir. Ülkemizdeki durumu değerlendirdiğimizde henüz sürdürülebilir trafik için girişimler olduğunu göremiyoruz. Trafiği iyileştirmede kullanılan geleneksel yöntemler yolların kapasitesini arttırarak, hareketliliği ve hızı arttırmaya yönelik olarak karşımıza çıkıyor. Trafiği iyileştirmeye yönelik girişimlerin olması yol kullanıcıları için büyük bir kazanım fakat sürdürülebilir trafik sistemlerini yollara ve araçlara entegre etmek ve dahası yol kullanıcılarını bu sistemler hakkında bilgilendirmek açısından daha kat etmemiz gereken çok fazla yol var.

            Yukarıda bahsettiğimiz etmenlerin çoğu fiziksel çevre ve yol durumu ile bağlantılıydı. Peki, bütün suçun dışarıda olduğunu söyleyebilir miyiz? Maalesef trafik kazalarının büyük bir kısmı insan faktörü kaynaklı ortaya çıkıyor. İnsan faktörü ile trafik kurallarına uymama, aşırı hız yapma, hatalı sollamalar, ani fren, sinyal vermeden dönüş yapmak gibi birçok davranış trafik güvenliğini ve insan hayatını riske atıyor. Özellikle Türkiye özelinde bu durumu incelememiz gerekirse, sürücülerin saldırgan davranış örüntülerini ve kural-tanımazlıklarını görebiliriz. Yine maalesef ki ülkemizde trafik güvenliğini tehlikeye atan en büyük problemlerden bazıları sürücülerin trafikte anlayışlı ve hoşgörülü olmamaları ve tahammülsüz davranarak diğer sürücülerin sürüş deneyimlerini kötü etkilemeleri olarak karşımıza çıkıyor.

            Bu yazının tamamında bahsettiğimiz trafik güvenliğini olumsuz etkileyen etmenlere karşı daha güçlü tedbirler almak durumundayız. Trafik psikolojisi alanının geleceği ise trafik güvenliğini nasıl daha yaygın hale getirebiliriz, trafikteki insan faktörünü bir tehlike olmaktan nasıl çıkartabiliriz sorularına uygun cevaplar bulmaya yönelik olmalıdır. Çünkü biliyoruz ki, akademinin ve araştırmaların bize sağlayacağı modeller ve teoriler sayesinde trafiği daha güvenli bir hale getirecek uygulamalar oluşturabiliriz. Bunların dışında bireysel olarak en azından kendimizin ve çevremizin güvende olmasını sağlamak için trafikte hatalı olduğunu bildiğimiz davranışlardan olabildiğince kaçınmalıyız. Trafikte motorlu araç kullanırken, hassas yol kullanıcılarına dikkat etmeli ve onların haklarını ihlal etmemeliyiz. Bunların dışında, bir psikolog adayı olarak gözlemlediğim en büyük problemler sürücülerin sabırsız olması ve başkalarının haklarına saygısız davranmaları. Bu problemler trafik güvenliğini riske atmakla kalmıyor, diğer trafik kullanıcılarının deneyimlerini de kötü etkiliyor ve kaza meydana gelmesi için uygun ortamı sağlıyor. Psikoloji camiası olarak bu problemler için yapabileceğimiz önemli bir adım, davranışsal programlar oluşturarak yol kullanıcılarına doğru eğitimlerin erken yaşta verilmesini sağlamak olabilir. Trafik güvenliğini etkileyen en önemli unsurun insan faktörü olduğunu fark etmeli ve kolektif olarak bu problemin üstesinden gelebilmek için elimizden geleni yapmalıyız.

Oya HAKOUZ – Ve Hayalim…    

Ünlü aktivist Martin Luther King’in bir zamanlar dediği gibi benim de “Bir hayalim var.”. Öyle bir Türkiye hayal ediyorum ki, o Türkiye’de herkes trafik kurallarına karşı saygılı ve duyarlı. O Türkiye’de, yol düzeni ve araç güvenliği birer mühendislik harikası. O Türkiye’de, sabahları trafik kaza ve ölüm haberlerine uyanmıyoruz. Sizce bu hayal çok mu gerçeklik ötesi? Trafik kazalarında yaralanma ve ölüm oranlarını sıfıra yakın bir orana indirmemiz ve bunu gerçekleştirirken de dünyaya model olmamız çok mu olanak dışı?

Emniyet Genel Müdürlüğü-Trafik Başkanlığı verilerine göre, sadece 2022 yılının ilk beş ayında, Türkiye’de toplam 186.556 kaza olduğunu biliyor muydunuz? Rapor, kaza yerinde meydana gelen ölü sayısını 728 ve yaralanma sayısını 101.755 olarak kaydetmiş. Şimdi size soruyorum, “Kendinizi güvende hissediyor musunuz?”. Modern hayat, bizim motorlu araçlarla içiçe yaşamamıza neden oluyor. Birçok farklı nedenden dolayı hemen hergün yollardayız. Ölü ve yaralanma sayılarına bir de maddi zarar oranlarını eklediğimizde trafik güvenliğini önemsememe gibi bir lüksümüzün olmadığını söylemek çok da gereksiz olmaz sanırım.

Peki, sizce kazalar neden oluyor?

Orta Doğu Teknik Üniversitesinden, değerli hocamız, Türker Özkan’ın trafik kültürü ve insan davranışlarının kazalarla etkileşimleri ve trafik güvenirliği ile ilgili çok ilginç çalışmaları bulunuyor. Bu çalışmalardan anlıyoruz ki, kazaların çoğunda insan faktörü en önemli etken. İnsan faktörü derken davranışsal değişkenlerden bahsediliyor. Kişilik özellikleri, güdülerimiz,  tutum ve tavırlarımız, bir etken olarak kazalarla ilişkilendiriliyor. Örneğin, genç insanların, hemen her ülkede daha çok kaza yaptıkları rapor ediliyor. Ya da, genç ve erkek sürücülerin daha çok kuralları ihlal ettiği belirtiliyor. Diğer önemli bir etken ise, çoğumuzun olaylar karşısında yaptığı nedensel açıklamalar. Her kırmızı ışıkta geçtiğinizde, büyük bir ihtimalle içinizden şunu söylüyorsunuz “Ama herkes geçiyor.”. Ankara’nın, Konutkent mahallesinde yaşıyorsanız, bu tahmininiz doğru olabilir-Konutkent’de sürücülerin sürekli kırmızı ışık ihlalleri yaptığını gözlemliyorum-ama Türkiye ya da dünya genelinde böyle bir tahminin doğru olması o kadar mümkün değil. Bir başka nedensellik açıklaması ise başkaları tarafından yapılan ihlallerin ve hataların kişilik özelliklerine atfedilmesi. Ama bu hataları ve ihlalleri kendiniz yaptığınız zaman “Ama yağmur yağıyordu, ama acil işim vardı.” diyorsunuz.

Kişisel faktörler dışında, stress, nasıl yönetildiğiniz, hukuki yaptırım, yol altyapısı, trafik kurallarına duyulan saygı, ülkenizin ekonomisi ve kültürü, kazalarla ilişkilendirmede çok önemli etkenler. O kadarki, Türkiye’de yaptığınız bir ihlali, örneğin, Hollanda’da yapma olasılığınız yok denecek kadar az! Kültür boyutunda, Türkiye geleceğini göremeyen, bireyleri arasında eşitsizliğin olduğu, muhafazakâr bir ülke ve dolayısıyla trafik güvenirliğinde “tehlikeli” olarak atfediliyor.

Öyleyse, ne yapmamız gerekiyor?

Hergün çoğumuz yollardayız. Bazen yaya, bazen sürücü olarak ve kullandığımız ulaşım tarzına göre kırılganlığımızın daha da artabildiği bir trafik ortamındayız. Sadece sürücü olarak değil, yürürken, bisiklet ya da motorsiklet kullanırken pek çok riskle karşı karşıya kalıyoruz. Yollarda “Savunmasızız”. Oysaki tek amacımız, bir noktadan diğerine güvenilir bir şekilde ulaşmak. Ve görünüşe göre, sürücüsüz araçların etkin bir şekilde trafikte yer alacağı günler de o kadar yakın değil. Sürücüsüz araçaların bir çözüm olabileceğini ve trafik güvenirliğini arttıracağını düşünmüştüm ama etkin olabilmeleri için bir çuval dolusu problemi çözmeleri gerekiyor. En zor problemlerinden biri insan-araç etkileşiminden doğabilecek ahlaki ikilemler. Sürücüsüz araç, bir kaza riski esnasında sürücüyü mü yoksa yayayı mı koruyacak? Biz insanlar, bu ikilemlerin üstesinden çok kolay gelebiliyoruz. Ama makineler için henüz bir algoritma yazılamıyor. Demek ki, başka çözüm yolları üretmemiz gerekiyor.

İlk iş tabiiki egitim. Sadece “sürücü eğitimi” değil aynı zamanda “toplumsal eğitim”. Türkiye, 2019-2023, Onbirinci Kalkınma Planı, Karayolu Trafik Güvenliği Çalışma Grubu raporuna göre, eğitim alanında pek çok eksikliğimiz var. Eğitimde bölgesel farklılıklar, çocuk eğitiminin eksikliği, egitim denetlemelerinin yeterince olmaması, sadece bu eksikliklerden bazıları. Medya, toplumsal eğitimde en etkili yöntem olarak kabul edilebilir. Ancak bu konuda da eksikliğimiz var. Kamu ve sivil toplum kuruluşlarının medya ile ilişkiler yeterli düzeyde değil.

İkinic işimiz, cezai yaptırımlar. Ülke olarak bu konudaki eksikliğimiz, cezai yaptırımların yeterince caydırıcı olmaması. Buna denetim eksikliğini de eklersek trafik kuralları ihlallerinin belki ana kaynağını bulmuş oluruz. Şimdi kendinize sorun, şehirler-arası bir yolda, örneğin, her bir 10 kilometrede, yerleştirme noktasını bilmediğiniz otamatik hız denetimleri olsa hız sınırını geçer misiniz?

Üçüncü işimiz, mühendislik ve teknolojik gelişmeleri kullanarak yol altyapısını, dolayısıyla yol güvenliğini arttırmak olmalı. Onbirinci kalkınma planında, Türkiye’deki kavşak tasarımlarındaki eksikliklerin yol güvenliğini etkilediği ve kaza riskini artırdığı tespit edilmiş. Ayrıca yaya ve bisikletli gibi savunmasız yol kullanıcıları için yatay ve dikey işaretlemelerin eksik olduğuna dikkat çekilmiş.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), karayolları trafik güvenliğini küresel bir sağlık problemi olarak tanımlıyor. 2014, DSÖ verilerine göre her yıl dünyada 1,3 milyon kişi trafik kazalarında yaşamlarını kaybediyor ve 50 milyona yakın insan yaralanıyor. Korkunç bir oran, değil mi? Demek ki, acil yönetim ve ilk müdahale çok önemli. Ülkemizde bu konuda da pek çok eksiliğimiz var. Yeterli travma merkezimiz, sağlık personelimiz, ve travma ünitesi personelimiz yok.

Dünyada bazı ülkeler karayolu sistemindeki geleneksel yaklaşımları değiştirmek amacıyla değişik güvenlik yaklaşımları geliştirmişler. Örneğin, İsveç ve diğer kuzey ülkelerinde “Vizyon Sıfır” yaklaşımıyla, trafik ölümlerinin hiç olmaması hedeflenmiş. Hollanda ise trafik sistemindeki tüm unsurların, başta çevresel faktörler olmak üzere faliyet alanlarını daha da artırmayı hedefleyen bir sistem yaratmış. Bu sistemde, ele aldıkları önemli noktalardan biri “tahmin edilebilirlik”. Doğrudan yol kullanıcısını ilgilendiren bu prensipte amaç yol işlevi net olan bir karayolu ağı tasarımı. Dolayısıyla, sürücüler seyahat ettikleri yolu tanıyıp, belirsizliğin önüne geçmiş olabilecekler.

Ülkemizde de trafiği daha güvenli bir hale getirmek amacıyla on yılı kapsayan bir eylem planı oluşturulmuş. Bu yol haritasındaki hedef, trafikteki ölüm ve yaralanmaların 2030 yılına kadar %50, 2050 yılına kadar ise sıfır oranına düşürülmesi. Öncelikli olarak hız sınırının düşürülmesi ve savunmasız yol kullanıcılarının korunması amaçlanmış. Bir bütün olarak eylem planına baktığımızda, “On Birinci Kalkınma Planı, Çalışma Grubu” raporunda belirtilen pek çok eksikliğin giderilmesinin hedeflendiğini görüyoruz. Yazılan ilkeler arasında bazı maddeler çok önem teşkil ediyor. Bu maddeler güvenli bir sistemin yaratılmasının bilim esaslı olmasını ve çalışmaların somut delillere dayalı, ölçülebilir nitelik taşımasını ifade etmiş. Gerçekten çok önemli bir nokta. Psikoloji bilim dalının trafik sistemlerinin tasarımı, kullanımı ve geliştirilmesinde çok değerli katkıları olduğunu burada belirtmek gerek. Eğitim, kanun yaptırımları, araç tasarımı, yol altyapısı gibi pek çok alana dair yapılan psikolojik bilimsel çalışmalar, sürdürülebilir ve güvenli bir trafik sistemi yaratmada temel teşkil ediyor. Ayrıca, trafik kazalarında en önemli etken olan insan faktörünü-kural ihlalleri ve istenmeyen insan davranışlarını-psikolojiden başka hangi dal en iyi inceleyip araştırabilir? Ve araştırma sonuçlarına dayalı çözüm önerileri üretebilir? Dolayısıyla, eylem planında belirtilen bilime dayalı çözümler ilkesi psikoloji dalının yaptığı ya da yapacağı araştırmalara yüksek kaynak ayırarak ve ilgili alanların psikoloji dalı ile koordinali çalışması ile olur.

Peki, biz bireyler sadece oturup izleyecek miyiz, bizi birinci dereceden ilgilendiren bir konuyu? Kültürel faktörleri değiştirmek kolay olmadığına göre, çözüm önerilerine kendimizden başlamak en mantıklısı. Ama önce talep etmemiz gerekiyor. Daha güvenli bir ulaşım sistemini, trafik ölüm ve yaralanmaların hiç olmadığı, yolların ve araçların bizi koruyacak şekilde tasarlandığı, eğitimin en iyi şekilde verildiği bir sistemi talep etmemiz gerekiyor. Sonrası çok basit. Tek yapmamız gereken, kurallara uymak ve trafikteki her bir kuralın aslında bir hayat kurtarıcısı olduğunu unutmamak.

Ömer Faruk ÖZTÜRK – Göremediğimiz Tehlike

Bana bir yıl içerisinde en heyecanlı hissettiğim zamanları sorarsanız muhtemelen sevdiğim insanların yanına ya da tatile giderken yolda geçirdiğim zamanlar diyebilirim.  Sevdiğim bir yere gidecek olmak ve yolun vermiş olduğu huzur beni hep heyecanlandırmış ve mutlu hissettirmiştir. Şaşırtıcı bir şekilde benim için en korku verici ve üzücü olaylar da bu yolculuklar esnasında yaşanmıştır. Peki bu kadar mutluluk vermesi gereken ve heyecanlandıran bu eylem neden zaman zaman bizler için büyük bir kabusa dönüşebiliyor?

Ülkemizde ve dünyada trafikte yaşanan kazalar sebebiyle yaşanan ölümler araçların kullanımının yaygınlaşmasından beri artan bir sorun haline gelmiştir. Trafikte can ve mal güvenliğimiz, gerekli tedbirlerin alınmadığı durumlarda ciddi bir tehlike altına girebilmektedir. Bu durum sadece otomobil ve motosiklet kullanan sürücüleri değil yayaları da tehlikeye atmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde, yaşamış olduğum mahallede bir trafik kazasına tanıklık ettim ve bu kaza gerçekleşmesi bakımında oldukça ilginçti. Düz bir yolda ilerleyen bir araç önünde yavaşlayıp yol kenarına yanaşmakta olan başka bir aracı yeterli mesafe ve zamanı olmasına rağmen fark edemedi ve yavaşça çarptı. Çarpan aracın sürücüsünün telefonla konuştuğunu ve bu konuşma sırasında dikkatinin yolda olmadığının farkındaydım. Çünkü dikkati yolda olan birisinin önünde yavaşlamakta olan bir aracı görmemesi mümkün değildi. Benim de aklıma hemen acaba trafikte sürücüler olarak dikkatimizi yeterince yola verip veremediğimiz; eğer veremiyorsak kazaların oluşmasındaki en önemli unsurlardan birisinin bu olup olmadığı sorusu geldi. Böyle durumlarda elbette dikkat dağıtıcı her türlü unsur kazalara sebebiyet verebiliyor ancak tehlikeli bir durumu görmüş olsak bile bunun tehlike olduğunu algılayabilmemiz ve bunun için bir aksiyon adımı atmamız gerekmektedir. Yani kazaların oluşmasını engellemek için sadece dikkatli olmak yeterli değil, o anki tehlike arz edebilecek durumun bir tehlike olduğunu algılayabilmemiz ve bu durumu engellemek adına bir adım atmamız gerekmektedir.

Bir yayanın trafikte alabileceği önlemler gördüğü trafik işaret ve işaretçilerine uymak ve her an tehlikeye karşı tetikte kalmaktır. Ancak bir sürücünün trafikte güvende olması için yapması gerekenler bundan daha fazladır. Yapılan araştırmalar bir sürücünün ne kadar uyuduğunun, hangi saatlerde sürüş yaptığının bile sürücüyü ve trafikteki diğer iştirakçileri tehlikeye atabilecek bir durum olduğunu ortaya koymuştur. Bu durumun önüne geçebilmek için pek çok çalışma yürütülmekte ve sürücünün araç kullanmak için ne kadar uygun bir durumda olduğunu tespit edebilecek araç içi cihazlar geliştirilmektedir. Sürücünün araç kullandığı esnada uykusu geldiyse ya da dikkati dağılıyorsa bu sistemler durumu fark edebilecek ve o an sürüş yapmasını engelleyecek uyarılar ve önlemler uygulanacaktır. Otonom araçların yaygınlaşması da trafikteki güvenliğimizi artırmasını öngördüğüm bir durumdur.

Otonom araçların yaygınlaşması ve yeni teknolojilerin hayatımıza girmesiyle ilerleyen yıllarda trafikte yaşanacak kazaların azalacağını ve trafikte güvenlik sorununun artık büyük bir dert olmayacağını düşünüyorum. Ülkemizin ekonomisini, sosyolojik yapısını ve muhafazakar tutumunu göz önünde bulundurduğumuzda bu değişime ayak uydurmamızın birçok ülkeye göre daha zor olabileceği bir gerçek ancak kendi güvenliğimiz ve geleceğimiz için bu değişimin bir parçası olmamız da şart.

Öykü KARATAŞ

Trafik, yayaların ve çeşitli araç türlerinin belirli bir rota ve yol üzerinde belirli bir amaçla birbirleriyle etkileşimde bularak yaptıkları yer değiştirme hareketi olarak tanımlanabilir. Trafik kullanıcıları, ya da trafik iştirakçileri ise trafiğin içinde etkileşimde bulunan; diğer bir deyişle trafiğin dinamiğini etkileyen ve bundan etkilenen araçlar ve yayalardır. Her birimiz evden çıktığımız anda belirli bir niyetle trafiği kullanan iştirakçilerden biri oluruz. Trafik, hayatın doğal akışının bir parçası haline gelmiştir. Öyle ki hepimiz günlük hayatımızda insanların trafikten şikâyet ettiğini, trafiğin yaşam kalitelerini nasıl etkilediğini ve günlük planlarını nasıl belirlediğini anlatan sözler duymuşuzdur. Yaşayacağımız evin seçimi gibi önemli konular bile trafik koşulları göz önünde bulunarak yapılır. İnsanların metroya, otobüs duraklarına yakın evleri özellikle tercih ettiğini, bu evlerin kira ücretlerinin bile bu koşullardan etkilendiğini biliriz.  Trafiğin hayatımızın zorunlu bir parçası haline geldiği ve trafiği olabildiğince verimli kullanmamız gerektiği açıktır.

Güvenli bir trafik yaşam koşullarımızı iyi yönde etkilerken trafiğin güvenli olmaması ne yazık ki ağır yaralanmalara, hatta ölüme neden olabilir. Hepimiz trafik kazasında yaralanan ya da hayatını kaybeden insanları duymuş veya buna tanıklık etmişizdir. TÜİK 2021 verilerine göre geçtiğimiz yıl yalnızca karayollarında 1 milyon 186 binden fazla trafik kazası meydana gelmiş, bu kazaların neredeyse 1 milyonu maddi hasara sebep olmuştur. Trafik kazalarının yarattığı maddi, fiziksel ve psikolojik hasarlar çok ciddi ölçüde olabilir, ancak bu kazalarının çok önemli bir kısmı önlenebilir ve çoğu insan faktörlü sebeplerden dolayı yaşanır. 1975 ve 1977 yıllarında birbirlerinden habersiz bir şekilde Amerika’da ve İngiltere’de trafik kazalarının etkenlerini araştıran psikologlar birbirine çok yakın verilere ulaşmışlardır. 1975 yılında Amerika’da trafik kazalarının %57’sinin yol kullanıcısı kaynaklı olduğu tespit edilmişken, 1977 yılında İngiltere’de yapılan çalışmada kazaların %65’inin yol kullanıcısı olduğu belirlenmiştir.

Trafik psikologları hayatımızın bir parçası olan trafiği güvenli, mobil ve sürekliliği olan bir hale getirmek için trafiği etkileyen özellikle insan faktörlü etkenler üzerinde araştırmalar yapmakta ve elde ettikleri verilerle mühendisler, ergonomistler gibi çeşitli meslek erbapları ile iş birliği yaparak topluma hizmet etmektedirler. Bu alanda çalışmalar yapan psikologlar trafikte nasıl karar verdiğimiz, nasıl davrandığımız gibi bazı çok önemli sorular için çeşitli teoriler ve modeller oluşturmuştur. Sürücülerin karar verme mekanizmasını açıklayan modellerden biri sürücülerin 3 temel aşamaya dayanarak karar verdiğini iddia eder: Stratejik aşama, Manevra aşaması ve Kontrol aşaması. Stratejik aşama sürücü araç koltuğuna bile oturmadan sürücünün zihninde başlar. Varılacak yer, kullanılacak rota, hareket saati ve benzeri planlar stratejik aşamada belirlenir. İkinci aşama olan manevra aşamasında sürücü araç kontrol becerilerini kullanarak, bilinçli kararlar alır. Örneğin yakın bir mesafe sonrasında sağa döneceğini bilen sürücünün sağ şerite geçmesi sürücünün bilinçli ve manevra aşamasında aldığı bir karardır. Kontrol aşamasında alınan kararlar ise sürücünün çevreyle etkileşimi sonucu alması gereken ani ve reflekslere dayalı kararlardır. Önüne çıkan bir engel yüzünden aniden frene basması gereken sürücü bu kararı uzun süre harcamadan hızlı bir şekilde almak zorundadır, burada sürücünün refleksleri devreye girer. Bu aşamalarda zaman zaman sürücüler bilinçli ya da bilinçsiz olarak yanlış kararlar alır ve trafik hataları veya ihlallerinde bulunurlar. Sürücülerin ‘güvenliğe aykırı’ kararlar almasını inceleyen bir başka modele göre sürücüler bilinçsiz olarak 3 farklı hata türü yapma eğilimdedirler. Bunlar dikkat kaynaklı, hafıza kaynaklı veya kural kaynaklı hatalardır. Her ne kadar dikkatli olmaya çalışsalar da sürücüler trafikte gerçekleşen pek çok olaya gerekli dikkati gösteremeyebilir. Örneğin bir anlık dalgınlıkla sürücü trafik lambasının yeşilden sarıya dönerken ışığa yetişemeyeceğini kestiremeyip ışık kırmıza döndüğü halde duramayabilir. Şerit değiştirirken sinyal veren bir sürücü sinyal ışığını kapatmayı unutabilir. Bir başka örnekte ise sürücü kurallara yeterince hâkim olmadığı bir ortamda istemeden de olsa hatalar yapabilir. Sürücülerin bilinçli bir şekilde yaptıkları hata ve ihlallere örnek vermek gerekirse; bir hata olarak sürücü her ne kadar kurallara hâkim olsa da kuralın o koşullarda uygulanmasının gerekli olmadığını düşünerek hareket edebilir veya kural ne olursa olsun farklı sebeplerle ihlal etmek için bir motivasyon bulabilir. Sürücülerin aldığı yanlış kararların ne kadar ciddi sebeplere yol açabileceğini unutmamak gerekmekle birlikte yayaların zaman zaman çok tehlikeli sonuçlar açabilecek ihlallerde bulunduğunu da göz ardı edemeyiz. Trafik kullanıcıları olarak her birimiz trafikte uygun ve güvenli koşulları uygulamakla sorumluyuzdur. Bu nedenle yayaların yaptığı ihlalleri ve sebeplerini açıklayan bir modeli de incelemek trafikteki insan faktörlü kazaları anlayabilmek için önemlidir. İki farklı model bütünleştirilerek oluşturulmuş bir yaya davranışı modeline göre yayalar davranışı gerçekleştirmeden önce zihinlerinde bu davranışla ilgili bir tutuma, bu davranışın sosyal normlara uygun olup olmadığına, algılanan bir öz yeterliliğe ve bu davranış prototipinin onlara ne kadar yakın ve elverişli olduğuna dair fikirler üretirler. Bu fikirler davranışın niyetini ve davranışı yapmaya olan isteği belirlerler. Trafikte karşılaştığı durumla ilgili ihlal davranışını olumlu bir tutumla değerlendiren, sosyal normların bu ihlale uygun olduğunu düşünen veya bu davranışı yapacak öz yeterliliği algılayan kişi bu ihlali yapma niyetindedir. Böyle bir niyeti olan yayanın bu davranışı gerçekleştirme olasılığı önemli derecede yüksektir. İhlal davranışın prototipinin kişinin yaşadığı duruma olan benzerliği, elverişliliğinin yüksekliği ve bu davranışı yapmaya olan öz yeterlilik algısı kişiyi bu davranışı yapmaya istekli kılar, kişinin davranışı yapmaya olan isteği niyetten bile daha etkili bir biçimde kişiyi ihlal davranışını yapmaya yönlendirir. Bazı durumlarda ise yalnızca kişinin bu davranışı yapmaya olan öz yeterlilik algısı davranışı yapmaya sebep olabilir. Trafikte yayalar her ne kadar durumu değerlendirip ihlal davranışının güvenlik problemi açmayacağı kararına varsalar da hepimiz biliyoruz ki insanlar sandıkları kadar rasyonel kararlar almazlar ve kaza bir kere gerçekleşti mi geri dönüşü olmayabilir. Yaya geçidinden geçmek için yürümesi gereken bir yaya zaman kazanmak için bulunduğu noktadan karşıya geçmesinin uygun olduğunu ve düşük riskli olduğunu algılasa bile hesaplayamadığı bir etken ciddi fiziksel ve psikolojik yaralanmalara veya ölüme neden olabilir.

Trafikte insan kaynaklı kazaları önleyebilmek için öncelikle trafikteki her bir kullanıcın bakış açısını algılayabilmek ve doğru değerlendirebilmek oldukça önemlidir. Çoğu zaman trafik kullanıcıları diğer kullanıcıların bakış açısından olayı değerlendiremediği için yanlış kararlar alabilmektedir. Örneğin yayalar olarak trafikte araçların bizi gördüğüne dair bir inanca sahip olsak da durum böyle olmayabilir. Sürücüler yol takibini yaparken araç içindeki veya araç dışındaki birçok uyarana (ses, sinyaller, navigasyon vb.) maruz kalmakta, sürekli olarak kararlar almakta ve kimi zaman günlük hayatın stresinin yarattığı yorgunluk, stres gibi birçok etken yüzünden her şeye dikkat edememektedir. Aynı şekilde yayalar da çeşitli nedenlerden (yaş, yorgunluk, fiziksel veya zihinsel engel, stres vb.) trafikte yeterli dikkati gösteremeyecekleri bir durumda olabilir ve çeşitli hatalar yapabilir. Bu yüzden bütün yol kullanıcılarının kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi, çeşitli sebeplerden oluşabilecek kaza riskine karşı önlemler alabilmesi çok kritiktir.

Trafikte yaşanabilecek kazalara maruz kalmak bütün yol kullanıcıları için çok tehlikeli olsa da bazı yol kullanıcıları trafikte yaşanabilecek kazalardan en fazla hasara maruz kalma riski taşırlar. Örneğin bir yayaya çarpan sürücünün kendini koruyabilmek için alabileceği önemler sayesinde (emniyet kemerini takmak, hava yastığının açılması vb.) kazadan alacağı hasar, yayanın alacağı hasara kıyasla daha azdır. Bu nedenle yayalar (çocuklar, yaşlılar ve engelliler önce olmak üzere), bisikletliler ve motosikletliler trafikteki ‘savunmasız yol kullanıcıları’ olarak değerlendirirler. Hassas yol kullanıcıları hatayı yapan taraf olsa bile diğer yol kullanıcılar tarafından dikkatle incelenmeli, onları korumaya yönelik davranışlarda bulunulmalıdır. Örneğin karşıdan karşıya geçecek olan bir çocuk yol hakkı aracın olsa bile dikkatle incelenmeli ve güvenliğini sağlamak adına haklar verilmelidir.

Tüm dünyada trafik ihlallerini en çok gerçekleştiren grup genç erkek profili olarak saptanmıştır. Bu duruma hem biyolojik hem de çevresel faktörlerin etki ettiği düşünülmektedir. Trafik eğitimi küçük yaştan itibaren verilmeye başlanmalı ve özellikle genç erkek grubunun trafik ihlallerinin yaratabileceği sonuçlara dair daha fazla bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Trafikteki davranışlarımızı etkileyen unsurlar sosyal norm, tutum vb. sosyal çevreden ve kültürden etkilenen unsurlar olduğu için trafikteki ihlal davranışları sosyal olarak kabul edilemez olmalı ve ciddiyeti anlaşılmalıdır. Son olarak her birimiz yalnızca trafikte bilinçli davranmakla kalmayıp çevremizi de bilinçlendirmeye çaba harcarsak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmiş olur, çevremizi, sevdiklerimizi ve dünyayı daha güvenli bir hale getirebiliriz.

Özge POLAT

İnsanlar gün içinde en çok ne yaparak vakit geçirir? Yemek, bir şeyler izlemek veya telefonla uğraşmak belki cevaplar arasında sayılabilir. Bana soracak olursanız günümüzün büyük bir kısmını kaplayan eylem yol iştirakçiliğidir. Sabah uyanınca bakkala ekmek almaya giderken, mesai saati yaklaştığında toplu taşımaya binerek veya hafta sonu ailemizle yaptığımız bir gezintide araba kullanarak çeşitli kimliklerle trafiği kullanıyoruz. Aslında bunları yapmak ekstrem sporlarla uğraşmakla eşdeğer çünkü ne yaya olarak ne de sürücü olarak güven veren tavırlar sergilemiyoruz. Sürücüler trafik kurallarına uymamayı beceri gibi algılıyor, kaç kişinin canını tehlikeye attığını fark bile etmiyor. Kendi içlerinde yarışa da giriyorlar, birbirilerine sinirlenip yol ortasında kavga da ediyorlar. Aman yayalar masum diyorum sanmayın, “yol beklenmez, alınır” ilkesiyle ışıklara dikkat etmeyip yola atlayanların sayısı da çok. Tüm bunlar trafikte nasıl davranıldığını ve trafik güvenliğinin nasıl etkilendiğini açıkça gösteriyor.

Bu noktada, trafik güvenliğinde nelerin önemli olduğunu görüyoruz. Tüm yol kullanıcılarının trafik kurallarına onları önemli-önemsiz diye ayırmadan uyması, yolu kullanırken tüm dikkatlerini yola vermeleri ve oluşabilecek ciddi sonuçların farkında olmaları gerekir. Örneğin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün en son yayınladığı istatistiklere göre ülkemizde mayıs ayında ölümlü ve yaralanmalı kazalar dâhil olmak üzere toplam 18.228 trafik kazası yaşandı ve 195 kişi öldü. İşte bu yüzden trafik güvenliği önemlidir; belki 100’den fazla ailenin ocağına ateş düşmesini engeller ve insanların sevdiklerini korur. Bunun yanında, trafikte yaşanacak kaosun ve çatışmanın önü kesilir, rahat ve güvenli bir trafik kullanımı sağlar. Trafik güvenliğinin sağlanması maddi hasarların da alınmasını engeller.

Güvenli trafik için tüm bu gereklilikleri sıraladım ama elde ne var derseniz, sıfıra yakın. Ülkemizde ve dünyada hızlı ulaşım ihtiyacı su götürmez bir gerçek olmaya başladı ancak bunun için çoğu yerde gerekli altyapı yok. Özellikle Türkiye’de araç kaliteleri ve yol yapıları da yeterince güvenlik sağlamıyor. Yukarda bahsedilen nedenlerin üstüne bir de yayaların kendilerine ayrılan yolları değil de araç yollarını kullanmaları, hem yayaların hem sürücülerin alkol etkisinde olmaları gibi daha bir sürü sorun var. Uyulması için konulan bir sürü trafik kuralı ve bunlara uyulmadığı takdirde cezai işlem uygulayan bir sisteme rağmen bunlar olmaya devam ediyor ve güvenli ve sürdürülebilir bir trafik güvenliği sağlanamıyor.

Peki, tüm bu olumsuz koşullar kimi etkiliyor? Tabii ki potansiyel olarak hepimizi çünkü her gün kendini hatırlatan trafik kazaları aslında bir şekilde trafiği kullanan herkes için büyük bir tehlike arz ediyor. Ancak bazı gruplar diğerlerinden daha da büyük riskte. Savunmasız yol kullanıcıları olarak adlandırılan bu grup yayalar, motosiklet kullanıcıları, bisiklet kullanıcıları, küçük çocuklar, e-bike kullanıcıları, scooter kullananlar, engelliler veya yaşlılar gibi kitleleri içeriyor ve bu kişiler bazen diğerlerinin bilgisinin eksikliğinden bazen de fiziksel imkânsızlıklardan dolayı büyük tehlike altına giriyorlar. Maalesef bu grupları korumak için büyük bir yaptırım yok, risklerin farkındalar ve her an zarar görme ihtimaliyle yol kullanıcısı oluyorlar.

Yasaların ve cezaların çokluğu onları önemseme konusunda büyük bir etki yapmıyor dedik, demek ki olay yaptırımın boyutunu değiştirmekte. Bulunduğumuz konum iyi değil, birçok grup risk altında ve işler güzel gitmiyor diye havlu atıp bunu kabullenmek olmaz. Bu kadar büyük bir sorun ihtimalini de göz ardı edemeyiz zaten, o yüzden ne yapabiliriz ona bakmamız gerekir. İlk olarak benimsenecek düşünce “ağaç yaşken eğilir” olacak. İlkokul ve ortaokulda verilen derslerde sadece trafik işaretlerinin anlamlarının öğretilmesi yeterli olmuyor, bunun yerine müfredatlar değiştirilerek daha kapsamlı bir hale getirilmeli ve güvenli trafik bilinci çocuklara aktarılmalıdır. Buna ek olarak, çocuklar model alarak öğrendiklerinden Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenecek anne-baba-çocuk okulları, aileye yönelik dersler de verebilir. Bu sayede çocuğun rol modelleri de eğitilmiş olur.

Yapılacak başka bir değişim hareketi de ehliyet kurslarının içeriklerinin değiştirilmesi ve geliştirilmesi olabilir. Kişiler nasıl araba sürüleceğinin yanında, trafikte alacakları herhangi bir aksiyonun sonuçlarını da gözlemleyebilecekleri simülasyon sistemleriyle daha gerçekçi bir ortamda eğitim görebilirler. Çeşitli olumsuz hava şartları ve kaza riski yaratabilecek başka durumlar da bu sanal gerçeklik programına eklenerek sürücülere daha yola çıkmadan trafik güvenliğini sağlayabilecekleri gösterilmiş olur. Bir de unutulmamalıdır ki, insanlara her zaman nasıl sürücü olmaları gerektiği öğretiliyor ama nasıl yaya olunacağı da en az bunun kadar önemli bir konu. Yine ehliyet kursları içerisinde veya çeşitli merkezlerde yaya olmanın önemi ve getirdiği sorumluluklar insanlara hatırlatılarak trafik güvenliği artırılabilir.

Tabii ki savunmasız yol kullanıcıları da güvenlik için kilit bir noktadadır. Onların şartları iyileştirilerek güvenlikleri sağlanırsa, trafik güvenliği açısından da çok güzel bir adım atılmış olur. Örneğin, hayatımıza yeni giren e-bike gibi araçlar hakkında bilgi setleri hazırlanıp sosyal medyaya sunulabilir. Ayrıca yolların savunmasız yol kullanıcılarını da göz önüne alınarak düzenlenmesi pürüzsüz bir akış sağlayarak güvenliği artırır. Her şeyin de devletten beklenmemesi gerektiğini hatırlatmak da gerekir, önce kendimiz sürücü veya yaya olarak kurallara uymalı, yol iştirakçiliği görevini olabildiğince ciddiye almalıyız. Bir şeyler değiştirmek isteyen insan işe önce kendinden başlamalıdır.

İSİMSİZ YAZAR – TRAFİK GÜVENLİĞİ ve İNSAN

Trafik güvenliği kavramı hem ülkemizdeki hem de dünyadaki tüm canlıların güvenliğini sağlamak ve hayatlarını sürdürülebilir bir şekilde muhafaza etmek adına trafik alanındaki önemli başlıklardan birini oluşturmaktadır. Trafik kendi içinde birtakım kurallar ve regülasyonlar barındırsa da insan ve araç birleşimini içerdiği ve bu birleşimin de pek çok alt katmanı olması sebebiyle trafik dediğimiz yapı oldukça kompleks ve açık bir sistemdir. İnsan davranışı öngörülemeyen, öngörülse bile kontekste bağlı olarak değişip dönüşebilen birçok duygu, düşünce ve tutum barındırmaktadır. Bu nedenle de herkesin ortak bir zeminde buluşması, trafik kuralları ve düzenine karşı aynı bakış açısına sahip olması da çok mümkün değildir. Durum her ne kadar çok katmanlı ve açık bir sistemden oluşuyor olsa da hepimizin can güvenliğini sağlamak ve bir şekilde hayatımızın parçası olan ulaşımı hem yaya hem de diğer şekillerde en güvenli hale getirip kaza sayısını azaltmak adına trafik güvenliği hem oldukça önemli hem de gerekli bir kavramdır.

Bu açık yapıda en çok tehlikede olan grup yayalar gibi gözükmektedir, bu gözlemimde en önemli faktör yayaların birçok alt gruptan oluşuyor olmasıdır. Sürücüler çeşitli eğitimler alarak ehliyet sahibi olurken çeşitli motor ve bilişsel süreçleri test eden süreçlere tabi oluyor ve bu konuda kendilerini geliştirmek zorunda kalıyorlar. Ancak duruma yayalar açısından bakarsak, istediği halde kendini bazı konularda geliştiremeyecek pek çok yaya alt grubunun olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bilişsel fonksiyonlarında bazı farklılıklar olan insanlar ya da işitme kaybı olan kişiler bu durumlar için bir şey yapamıyor olsalar da ulaşımlarını yine de sağlamak zorundadırlar. Bu durumun da onları diğer gruplara göre fazladan bir tehlike içine soktuğunu söyleyebiliriz. Bu kadar açık bir sistemde trafik açısından değerlendirildiğinde belli kapasiteleri yeterli olmayan kişilerin sürücülerin hamlelerini tespit edip strateji belirlemeleri ciddi zorluk ve risk içermektedir ve bu nedenle de yaya grubu en çok tehlike içinde olan grubu oluşturma gibi gözükmektedir.

Bu gibi tehlike ve risk içeren durumların çözümü için neler yapabiliriz üzerine düşünür; durumu mikro düzeyde-bireysel düzeyde incelersek, bu düzeyde insanların hataları, ihlalleri, diğer yol kullanıcıları ile nasıl etkileşime girdikleri, kişilikleri ve kişisel farklılıkları (kişisel özellikler, değerler), atıf önyargıları (örneğin, yanlış fikir birliği önyargısı veya aktör-gözlemci etkisi) gibi durumların tehlikeli durumlarda etkili olduğunu görebiliriz. Örneğin, bir sürücünün yanlış bir sollama yapması ve bunu agresif mizaçta biri olması açısından yorumlaması bireysel düzeyde bir problemdir ve kişinin sorumluluğundan kaçmasına neden olabilir. Örgütsel düzeydeki faktörleri orta düzeyde incelersek, çeşitli örgütsel değerler ve güvenlik uygulamalarının yol güvenliğini ciddi şekilde etkileyebileceğini görebiliriz. Profesyonel sürücüler ve onların bağlı olduğu organizasyonlar, organizasyonda uygulanan zaman ve iş baskısı, çalışana ne kadar önem verildiği, güvenlik ve düzenlemeye nasıl ve ne ölçüde öncelik verildiği mezo düzeyde trafik güvenliğini etkileyen durumlardır. Örneğin şehirlerarası otobüs şoförleri zaman baskısı ile belli bir programa uymaya çalışırlar; bu şekilde çalışanların güvenliğinden çok kar elde etme amacı taşıyan kurumlar trafikteki riski ve tehlikeyi ciddi oranda artırabilir. Orta seviyenin bir diğer kritik yönü ise farklı grup ve topluluklardır. Farklı grupların değer anlayışları ve güvenlik uygulamaları yol güvenliğini ciddi ölçüde etkileyebilir. Ankara ve İstanbul’daki sürücü değerleri, trafikteki genç ve yaşlı yetişkinler gibi değişen yaş gruplarının farklılaşabilecek tutumları, taksi ve otobüs şoförleri gibi profesyonel sürüş grupları gibi birçok farklı grup mezo düzeyde ve grup/topluluk altında değerlendirilebilir.

Ulusal düzeydeki faktörleri makro düzeyde incelersek; bu seviyede, ulusal düzeydeki parametrelerin yol güvenliğini nasıl etkilediğini inceleyebiliriz. Siyasi istikrar, hükümetin ne kadar etkili olduğu, düzenleyici uygulamaların kalitesi, ihlalin olmaması, hukukun üstünlüğü ve yolsuzluğun kontrolü (Dünya Hükümet Endeksi) gibi faktörler bu seviyedeki sorun ve önlemleri kavramak açısından incelenebilir. Örneğin, Türkiye’deki yolsuzluğun kontrolü ile İsviçre’deki yolsuzluğun kontrolü önemli ölçüde farklı olacağından, yol güvenliği ve barındırdığı risk de bu durumun sonucu olarak değişecektir. Eko kültürel ve sosyo-politik düzey faktörleri içeren magna düzeyde ise ekonomi (Gayrisafi yurt içi hasıla, gayrisafi milli hasıla), nüfus gibi demografik bilgiler, ekolojik faktörler ve daha geniş kültürel faktörler dikkate alınır. Örneğin ekonomik olarak kaç kişinin arabası olduğu ve yol altyapısına ne kadar yatırım yapılabileceği yol güvenliğini etkiler. Kültür de yine ayrıca Magna düzeyde hayati bir rol oynar. Schwartz’ın Kültürel Değerler teorisi ve Hofstede’nin Kültürel Boyutları bu alandaki iki kritik teoridir. Tüm bu çok katmanlı faktörler, bir ülkenin trafik kültür ve güvenliğini etkiler ve dolayısıyla belirleyici rol oynar. Kısaca trafik kültürü ve güvenliği, kültürel miras ile mevcut ekonomik/politik iklimin, yani çevrenin mevcut durumunun birleşiminden oluşup bu birleşimden önemli ölçüde etkilenir. Tüm bu bilgilerden yola çıkarak Türkiye’nin trafik kültürünü ve güvenliğini diğer ülkelere göre daha kaotik, dinamik ve açık bir yapı olarak yorumlayabiliriz. Örneğin, Türkiye’de cesur olmak bazen gereksiz riskleri alabilmek ile özdeşleştiriliyor. Trafik özelinde bu durum incelendiğinde kişi bu ihlalleri yaparak toplumdan cesur olduğuna dair güçlü bir onay almak isteyebilir, bu durumda da hem kendini hem diğerlerinin hayatını riske atabilir. Kurallara uyan deneyimli bir sürücü, arkadaşları arasında alay konusu oluyorsa, o kişi, kendi grubunda kabul görebilmek için ihlaller yapabilir. Buna ek olarak ülke olarak sıklıkla kuralları delmeye, bir şekilde kurallara uymamanın bir yolunu bulmaya çalıştığımız da bir gerçek denebilir. Kuralların neden konduğunu, amacını sorgulamak ve uzlaşmacı bir tavır sergilemektense daha asi ve bilinçsiz davranabiliyoruz. Trafikte negatif duygularımızı kendi içimizde regüle etmek yerine diğer sürücü ya da yayalara direkt olarak yansıtabiliyoruz. Herkesin kendi içinde o gün ve o ana özel bir problemi olabileceğini unutup problemdeki sorumluluğumuzdan kaçma eğiliminde olabiliyoruz. Özellikle de agresif olmak ve uzlaşmacı bir tutum sergilememek trafikte sorunların büyümesine dolayısıyla da trafik güvenliğinin olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmaktadır. Trafik güvenliğinin daha yüksek seviyeye çıkması için başkalarının fikir ve deneyimlerine açık olmalı, özellikle endişe ve stres gibi zorlu duyguları yönetebilme becerimizi artırmalı ve bu konuyla ilgili pro-aktif davranıp üzerimize düşen sorumluluğu almalıyız.

Türkiye genç nüfusa sahip bir ülke olduğu için gençlerin değişime daha açık olması nedeniyle agresyon-saldırganlık gibi bireysel düzeydeki sorunlar eğitimle değiştirilip dönüştürülebilir. Trafikteki atıf yanlılığı örnekleri ve olası tehlikeli sonuçları okullarda eğitim yoluyla gösterilirse önemli bir gelişme kaydedileceğini düşünüyorum. Türkiye’deki insanların olumlu anlamda bir esnekliğe sahip olduğunu da gözlemliyorum diyebilirim. Bu esneklik özelliğimizden trafik güvenliği için de faydalanırsak oldukça olumlu sonuçlar elde edebiliriz. Hem mikro-bireysel hem de orta-örgütsel düzeyde, insanlar zaman baskısına karşı birbirine daha anlayışlı olmaya çalışabilirler. Örneğin, müşteriler geç gelen pizzadan şikâyet etmek yerine kuryelere karşı daha anlayışlı olursa daha sakin bir trafik kültürü oluşturulabilir. Geçtiğimiz aylarda ülkemiz otobüs şoförlerinin motorlu kuryelere yağmurlu havada çok hassas ve özenli yaklaştığını gözlemleme fırsatım olmuştu, bu olumlu anlayış ve hoşgörü kültürümüzü şirketlerin politikalarını daha esnek hale getirmelerini sağlamak için de kullanabiliriz.

Tüm bunlarla birlikte ülkemizin yol alt ve üst yapı sistemlerinin oldukça kaliteli olduğunu düşünüyorum. Bu sistemlerin daha da iyileştirilmesi için, magna düzeyinde eko kültürel ve sosyo-politik düzey faktörleri gözden geçirilerek güvenlikle ilgili yatırımların artırılabilmesi ciddi anlamda trafik güvenliğini olumlu etkileyecek bir durum oluşturabilir. Daha spesifik hız limitleri, bu hız limitlerinin ve yolsuzluğun kontrolü, hukukun üstünlüğü ilkesine göre makro düzeyde-ulusal düzeydeki faktörlere odaklanılarak kuralların her yerde/zaman ve durumda geçerli olması sağlanabilir. Bunlarla birlikte minibüsler ve taksiciler maalesef Türkiye’de trafik kültürünün çok kaotik olmasına neden oluyor. Belirli bir eğitimden geçerek lisans almak ve bu lisansı periyodik olarak güncellemek / kuralları ihmal etmeleri durumunda daha ağır cezalara tabi tutmak gibi seçeneklerle orta düzeyi geliştirecek önlemlerle ciddi bir fark yaratılabilir. Hofstede’nin Magna düzeyindeki kültürel boyutuna göre Türkiye kolektivist bir toplum olsa da trafik kültürü açısından bakıldığında oldukça bireysel bir yaklaşıma sahiptir. Bu bireysel yaklaşımı değiştirebilmek adına çeşitli ödül-ceza mekanizmalarını da içeren kampanyalar ve yaptırımlar uygulanabilir. Böylelikle herkesin kendini güvende hissettiği, kişilerin herhangi bir yere herhangi bir şekilde ulaşımını en rahat şekilde sağlayabildiği bir trafik güvenliği sistemi oluşturabiliriz.

Bunların gerçekleşmesi için sadece sistemdeki bileşenlerden biri olan insana değil aynı zamanda çevreye ve teknolojiye de odaklanmalı, bu noktalardaki gelişime de önem vermeliyiz. Teknolojinin gelişimiyle birlikte otomasyona sahip arabaların geliştirilmesi her ne kadar önemli başka etik sorunlar yaratacak olsa da teknoloji ile trafik ortamının daha da kontrollü ve öngörülebilir bir ortam olması sağlanabilir. Geleceğe bakacak olursak; çevredeki güvenlik uyarıları, yol ve kavşakların güvenliği maksimize edecek şekilde tasarlanması, akıllı şehir gibi sistemlerle trafik güvenliği açısından çok daha olumlu bir tablo öngörebiliriz. Günümüzde sürdürülebilir, güvenli ve mobil trafik için önemli araştırma bulguları ve sistemler bulunmaktadır. Örneğin uzun yolda ciddi mesailer harcayan kamyon sürücülerinin yorgun olup olmadığını anlayan çeşitli yazılımlar (PERCLOS ve SAVE) trafik güvenliği açısından çok önem teşkil etmektedir. Psikoloji ve mühendislik bilgisinin birleşmesiyle oluşan birçok uygulama da şu an trafikte kullanılmaktadır. Eskiden sadece kırmızı, sarı ve yeşil ışıktan oluşan trafik lambaları artık bir zamanlama göstergesi içeren saniye belirteci ve ses sistemi de bulundurmaktadır. Bu sesin nasıl bir ses olursa (çocuk sesi, yetişkin sesi) insanların daha fazla ışığa uyacağı gibi birçok araştırma ve sonucu şu an insanların çok daha güvenli bir trafik sisteminde olmalarını sağlamaktadır. Kanada’da yapılan bir diğer araştırmaya göre ise yayaların karşıdan karşıya geçeceklerinde kollarını iki yana açmaları ve sonrasında sürücüye teşekkür etmeleri gibi basit davranışların güvenliği artırmada önemli sonuçlar doğurabileceği gösterilmiştir. Psikolojinin insan davranışını açıklamada kullandığı önemli teoriler, stratejilerin doğru şekilde belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Örneğin, davranışlarımızın her zaman tutumlarımızla paralel olmadığı, davranış üzerinde kontrolümüz olup olmadığına dair inancımızın davranışımızın oluşmasında önemli rolü olduğu bilgisi trafikte kişileri pozitif olarak koşullamak ve onları daha güvenli davranışlara yönlendirmek adına önemli bir tespittir.

Tüm bu sistemler ve gelişmeler ile hem ülkemiz ve de dünya için geleceğin çok daha parlak olacağını umuyor ve buna inanıyorum. Umarım birlikte bu hedefimize çok daha hızlı bir şekilde ulaşır ve can kaybını en aza indirebiliriz!

                                                                                        




One comment

  1. Engin YILMAZ says:

    Muhteşem bir yazı hocam

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *