Trafik Psikolojisi Öğrencileri Trafikte Yaşam ve Trafikte Yaşatmak için Bizlere Seslendi! – Part 2

July 16, 2022

Bu postta okuyacağınız köşe yazıları, 2021-2022 Bahar dönemi kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji bölümünce verilen PSY 354 Introduction to Traffic Psychology dersinin final ödevi olarak dersi alan öğrenciler tarafından yazılmıştır. Introduction to Traffic Psychology dersinin amacı, trafik psikolojisi alanındaki temel yaklaşımlar, metotlar ve uygulamalar hakkında öğrencilere bilgi sunmak ve onlara günlük hayatlarında önemli bir yer kaplayan trafik ve ulaşım kavramları hakkında farkındalık kazandırmaktır.

Introduction to Traffic Psychology dersi, Prof. Dr. Türker Özkan tarafından araştırma görevlileri Derya Azık, Gizem Fındık, Burcu Arslan, Şerife Yılmaz, Nesrin Budak, Uluğhan Ergin ve Gözde Atalan asistanlığıyla verilmektedir. Ekibimiz, 2005 yılında kurulan Safety Research Unit (SRU) – Güvenlik Araştırmaları Birimi (GAB) adı altında, genel güvenlik ve trafik güvenliği konularında uygulamalı araştırmalar yürütmektedir. Ekibimiz hakkında detaylı bilgi için:

Introduction to Traffic Psychology Dersinin Öğrencilerine Kulak Verelim: 

Elmas Ece BAYRAM – ÖNCE UMUT!

Toplumlar geliştikçe yapıların basitten karmaşık formlara bürünmesi kaçınılmazdır. Karmaşıklaşan bu yapılardan en hayatın içinden olanlarından biri ise trafiktir. Artan nüfus ve gelişen teknoloji ile zaman değer kazanmış, buna bağlı olarak ulaşım herkesin öncelikli ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir. Bu şekilde, ulaşımın karmaşıklaşması ile hayatımıza giren trafik beraberinde farklı risk unsurlarını da getirmiştir. Bu risk unsurlarından belki de en önemlisi insanların can güvenliğidir. Bu bağlamda, insanların her gün saatlerini geçirdiği trafikte güvenliğin sağlanması zorunluluğu doğmuştur. Zira özellikte trafikte, bireylerin can güvenliğini tehlikeye atabilecek durumlarla sık sık karşılaşılmaktadır. Bu durumların önlenebilmesi ve hem yayaların hem de sürücülerin güvenliğin sağlanabilmesi hem bu işin uzmanları hem de durumu yaşayan bizler için en önemli amaçtır. Her modern toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da trafik kuralları, can güvenliğinin sağlanmasında ana unsur olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle trafik güvenliği üzerine yapılan çalışmalar ve uygulamalar toplumlar için zaruridir.

Gelişen teknolojinin ve dolayısıyla küresel ısınmanın dünya üzerindeki olumsuz etkileri göz önüne alındığında trafikte sürdürülebilir araçları görme ihtimalimiz de günden güne artıyor. Örneğin, elektrikli raylı sistemler ve elektrikli otobüsler enerji verimliliğini sağlayarak karbon salınımını en aza indirgiyor ve bu araçların kullanımı daha yaşanabilir bir dünya için adımlar atıyor. Buna ek olarak ülkemizde de Hop, Martı gibi elektrikli araçların da git gide popülerleşip yeni elektrikli araç markalarının da piyasada yer aldığını görmekteyiz. Fakat maalesef ülkemizin gergin trafik atmosferi bu araçlar için güvenli bir alan sunmuyor tıpkı yayalara da sunmadığı gibi. Yayalar hem trafikte hem trafiğin görece daha az yoğun olduğu çeşitli yol alanlarında tehlikenin ucunda olan grubu oluşturuyor. Yayaların tehlikede olmasının sebeplerinden biri Türkiye’nin de içinde bulunduğu diğer gelişmekte olan ülkelerde gözlemlediğimiz sistemsel altyapı eksiklikleridir. Bir diğer sebep yayaların ve sürücülerin trafikteki tutumudur. Kendilerine bir şey olmayacağını düşünerek eylemlerini sürdüren yayalar bazen kendilerini bir filmde yaşayan ölümsüz karakterler gibi düşündüklerinden hayatlarını riske atacak eylemlerde bulunmaktan çekinmezler. Bu ölümsüz olacaklarına olan inanç yayaların zaman zaman riskli olayların başrolünde olmalarına sebep olur. Örneğin yayaların kırmızı ışıkta geçmesi sürücülerin kırmızı ışıkta geçmesinden daha masum olduğuna dair bir inanç vardır. Bu inanç “Zaten tüm yayalar kırmızı ışıkta geçiyor.” düşüncesiyle daha da kuvvetlenip pekişiyor. Oysaki bu iki durumda birilerinin hayatının tehlikede olabileceği koşullar doğurur. Ek olarak, burada yayaların hayatını riske atan sürücüler değil kırmızı ışıkta geçen yayaların kendisidir. Sonuç olarak yayalar gerek yayaların ve sürücülerin tutumlarıyla gerek sistemsel ve kültürel eksikliklerin sonuç sonucunda trafikte en savunmasız ve tehlikeye en yakın gruplardan en önemlisini oluşturur. Yayaların bu dezavantajlı konumunu değiştirmek ve trafikteki koşulları iyileştirmek bizi trafikte güvenli alana bir adım daha yaklaştırır. Yayaların güvenliğini sağlamak trafik güvenliğini sağlamakta en önemli faktördür çünkü daha önce de dediğim gibi yayalar trafikteki en savunmasız gruplardan birini oluşturur, onları koruyan tek şey o sıra üzerlerindeki kıyafetlerdir. Bu yüzden trafikteki amacımız bu savunmasız grubun elinden tutarak kültürel anlamda bir “Yaya Ülkesi” mottosunu yakalamak olmalıdır. Trafiği, trafiğin tüm kanallarına egemen olan araçların tekelinden çıkarıp yaya önceliğinin temelleri atılmalıdır ki trafikte önce can güvenliğini sağlayıp hepimiz için daha huzurlu iletişim kaynaklarına ulaşabilelim. Bu huzurlu iletişime ulaşmak için de trafikteki güç dengelerini incelememiz gerektiğini düşünüyorum. Yaya-sürücü, onlar- bizler gibi toplumu ayrıştıran ikircikli sistemden sıyrılıp trafikteki ilişkilenmelere bütüncül olarak bakılması trafikte egemen olan güç zehirlenmelerinin önüne geçip daha sağlıklı iletişim biçimlerine yol açacaktır. Fakat tüm bunları ele aldığımız ülkenin sosyoekonomik koşullarından bağımsız düşünemeyiz. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi atmosferinin trafikteki huzuru yakalamaya çok da yakın olmadığını vurgulayarak daha huzurlu daha mutlu daha sağlıklı ve daha güvenli günlerin umuduyla…

Feride Tuğçe PARLAK – COVID-19’dan Daha Tehlikeli Olabilir!

COVID-19’un hayatımıza girmesiyle birlikte insanoğlu sağlığını korumak için türlü türlü önlemler almaya başladı: maskeler, dezenfektanlar, karantina vb. Peki ya aslında her gün COVID-19’dan daha riskli bir tehlike ile karşı karşıya kalıyorsak? Türkiye’de her gün ortalama 3 bin 368 trafik kazası yaşanıyor ve %15’i ölüm ve yaralanmayla sonuçlanıyor. Neredeyse hepimiz yaya ya da şoför olmak fark etmeksizin işe, okula ya da pazara gitmek için trafiğe çıkıyoruz. Bu yüzden, aslında hepimiz tehlikedeyiz.

Trafik kazaları için yayaların araç sahiplerini, araç sahiplerinin ise yayaları suçladığına hiç şahit oldunuz mu? Buna verebileceğimiz cevap düşündüğünüzden daha karışık olabilir. Bazen ikisi de suçludur, bazen ise suçlu ikisinden de fazlasıdır çünkü trafik kazaları insan, araç ve çevre etkileşiminden doğar. Yani, bazen hem yaya hem de şoför trafikte gerçekten dikkatli olsalar bile yanlış zamanda yanan bir trafik ışığı ya da bozuk bir yol kazaya sebep olabilir. Yine de biz trafikte en önemli faktörlerden biri olan insanlar olarak üstümüze düşenleri yapmalıyız.

Trafikte güvenliği sağlamak ve hayatınıza kazasız bir şekilde devam etmek istemez misiniz? İşte yapmanız gerekenler: Dikkat edin! Yaya da olsanız araç sahibi de olsanız dikkatli olmanız gerekiyor. Araç sahipleri olarak uykulu, yorgun ya sarhoşsanız araç kullanmayın. Trafik levhalarına ve hız sınırların uyun. Hatalı ya da gereksiz sollama yapmayın. En önemlisi ise yolun asıl sahibinin siz olduğunu düşünmeyin! Yol, hem 4 tekerlekli araçlar, motosikletler, bisikletliler hem de yayalar içindir. Sadece kendinizi düşünerek değil empati kurarak yola devam edin!

Peki ya yayalar? Yayalar olarak düştüğümüz en önemli hata yolun pasif kullanıcıları olduğumuzu düşünmemizdir. Trafik psikolojisi dersini almadan önce ben de böyle düşünüyordum. Oysa biz de araçlar ya da bisikletliler kadar trafiğin içinde yer alıyoruz. Tıpkı diğer yol kullanıcıları gibi trafik kurallarına uymalıyız ve bir kazaya sebep olmamak için dikkatli olmalıyız. Küçük bir tüyo: Geceleri ya da sisli havalarda araçlar tarafından fark edilmek için parlak renkler giyebilirsiniz.

Sanırım tüm bunları yaptıktan sonra şunu sorabilirsiniz: Ben bireysel olarak elimden geleni yapıyorum. Peki ya ülkemiz ya da dünya trafiği daha iyi hale getirmek için neler yapıyor? Dünya çapında birçok ülke trafiği daha güvenli, ekonomik ve teknolojik bir hale getirmek için çalışmalar yapıyor. Örneğin, bazı ülkeler daha sürdürülebilir bir trafik için elektrikli tren ve elektrikli araba kullanımını yaygınlaştırıyorlar ve araba kullanımı yerine çevreye zararsız bisiklet kullanımını teşvik ediyorlar. Daha güvenli bir trafik içinse insan faktörünü en aza indirmeye çalışıyorlar. Otonom araçlardan söz ediyorum. Henüz hayatımıza girmemiş olsalar da otonom araçlar için daha az trafik, daha az kaza ve daha az maliyet sağlayacağı öne sürülüyor.

Yine de ne olursa olsun insanlar olarak trafiğin içinde bir şekilde var olacağız. Bu yüzden en büyük sorumluluk yine bize ait. Lütfen, trafiğe her çıktığınızda, verdiğiniz her kararın hayatınızın en önemli kararı olabileceğini unutmayın. Sadece kendinizin değil diğer canlıların da güvenliği size bağlı olabilir. Dikkatli sürün, yürüyün ve yaşayın!

Feyza Hannan ÖZDİNC 

Neredeyse her gün televizyonda otoyollarda olan kazalar duyuyoruz ve izliyoruz. Bir aracın kontrol kaybetmesi veya ters yönde ilerlemesi gibi. Bu durumlarda, birçoğumuz bunun nasıl olabileceğini ve yol güvenliğini sağlamak için ne yapabileceğimizi düşünüyoruzdur.

İşe giderken alışverişe giderken, arkadaşlarla buluşurken, doktora giderken, her durum için hareketliliğe ihtiyacımız var. Hem temel ihtiyaçların karşılanması hem de sosyal katılım için. Hareketlilik, çok veya az trafikle sağlanabilir. Başka bir deyişle, trafiği azaltmak, hareketliliği otomatik olarak sınırlamaz. Ancak, daha az trafik kesinlikle olumsuz çevresel etkisini azaltır.

Her ne kadar yayalar, bisikletliler ve motosikletliler incinebilir yol kullanıcıları grubunda olsa da günümüzde farklı kullanıcılar da bu gruba girmeye aday. Bu gruplara yeni dahil olanlar arasında son zamanlarda yol kenarlarında ilerleyen e-scooter kullanıcıları var. Genelde genç yaştaki insanların kullandığı bu araçlar oldukça tehlikeli ve daha çok araştırılması gereken bir grup. Tabii farklı etkenler de riski arttırabiliyor. Mesela risk alma davranışını etkileyen kişilik özellikleri var. Örnek olarak sorumluluk duygusu ve uyumluluğu yüksek olan insanlar kazalardan kaçınmak için sürüş davranışlarını düzenleme yeteneğine sahipler.

Karakteristik özelliklerin yanı sıra fizyolojik faktörler de trafik güvenliğini etkiliyor. Bunlardan en önemli ve bilinenler madde ve alkol kullanımı, uykusuzluk ve dikkat dağıtan etkenlerdir. Fakat en az bu maddeler kadar riskli olan faktörler de var. Bunlardan görsel dikkat, rota aşinalığı, trafik yasaları konusunda bilgi sahibi olmak sürücülerin tehlike algılama ve müdahale becerilerini etkiler. Çevresel değişkenler de sürücü davranışlarını etkiler. Bunlar: kazalarda çevrenin rolü, yol kullanıcısı davranışı ve performansı üzerindeki etki, karayolu tasarımı, yol aydınlatması, trafik kontrol cihazları olarak örnek verilebilir.

Tüm bu saymış olduğum faktörlerin gelecekte belki de hiçbir anlamı kalmayacak. Gelişmiş Sürücü Yardım Sistemleri halen geliştirilen bu sistem sürücülere sürüş konusunda yardımcı oluyor, insan sürüşündeki boşlukları telafi ediyor, kazaların oluşmasını önleyerek güvenliği aktif olarak artırıyor ve son olarak sürücünün iş yükünü hafifletiyor. Şu an her ne kadar otomasyonlu araç sayısı Türkiye ve dünyada çok yaygın olmasa da yakın gelecekte sürüş asistanı ve kısmi otomasyonlu araçlar yaygınlaşabilir. Ve daha uzun vadeli düşünürsek tam otomasyonlu araçlar yaygınlaşabilir. Bununla beraber etik çelişkiler ve sorunlar da gelecekte sıklıkla karşılaşacağımız konular olacaktır.

Son olarak daha güvenli bir trafik için gelecek nesilleri bilinçlendirmenin önemini hatırlamamız gerekiyor. Kazaları engelleme konusunda yapılacakların başında ise bireylerin trafik kuralları konusunda bilinçlendirilmesi gelir. Ve bu kurallar sadece küçük yaşlarda öğretildiğinde yetişkinlikte kalıcılık gösterir. Birey olarak trafikte tek kullanıcı olmadığımızı unutmamamız gerekiyor.

İSİMSİZ YAZAR 

Gerek araç sürücüsü gerekse yaya olsun, trafikte yer alan neredeyse herkes bir kaza atlatmıştır ya da küçük bir farkla kurtarmıştır. Çoğumuz hatanın kendimizde olduğunu düşünmek bile istemeyiz. Peki kazalarda hep karşı taraf mı suçlu? Aslında trafik üzerine yapılan psikolojik çalışmalar gösteriyor ki çoğu kazada tek başına insan suçlu değil. İnsan faktörü, çevresel koşullar ve araç birlikte etkileşip kazayı doğuruyor. Yani sadece araçtan, çevreden ya da süren insandan, yola çıkan yayadan kaynaklandı diyemeyiz çoğu kazada. Bütün bu faktörlerin kombinasyonu kaza riskini doğuruyor. Yol güvenliğini artırmak, kaza riskini azaltmak için yapılan bütün adımları bu faktörlerin birbirleriyle nasıl etkileştiğini göze alarak atmak gerekiyor. Ülkemizde yapılan çalışmaların gösterdiği ölümlü ve yaralanmalı kazaların yüksek oranları trafik güvenliği alanında acil adımlar atmamızın önemini gözler önüne sürekli seriyor.

Yayalar, motosiklet sürücüleri, bisikletliler trafikte en çok risk altında olan grupların başında geliyor. Yolların çoğunlukla araç sürücüleri düşünülerek tasarlanmış olması, çoğu yerde bisiklet yollarının olmaması, hatta bazı yerlerde kaldırımların park eden arabalarla işgal edilmiş olması bu riskli grupların trafikteki güvenliğini iyice düşürüyor.

Her yol kullanıcısı maalesef trafik güvenliğini eşit seviyede göz önünde bulundurmuyor. Kimi insanlar kurallara uymaya ve diğer insanların haklarına saygı gösterirken kimi insanları göz göre göre kazaya davetiye çıkarır şekilde davranıyor. Peki bu farklı davranışların kaynağı nerden geliyor? Trafik psikoloji alanında yapılan çalışmalara göre bireysel özellikler ve kültürel özellikler bu farkı açıklıyor. Örneğin sorumluluk seviyesi (conscientiousness) yüksek bir kişi daha az kazaya karışırken, dışa dönükler (extraversion) daha çok kazaya karışıyor. Aynı zamanda ülkece ortak paylaştığımız bazı özelliklerin de trafiğe etkisi var. Örneğin Türkiye güç mesafesi, (toplum içinde gücün eşit bir şekilde dağılmadığını gösteren bir ölçüt) (power distance) yüksek bir ülke, çalışmalar bu faktörün de kazaların artmasıyla ilişkili olduğunu gösteriyor. Kısaca kişilerin trafikteki davranışını etkileyen faktörler sandığımızdan da kompleks ve bunları anlamak için psikoloji bilimine de ihtiyacımız var.

Yol kullanıcıların farklı tutumlarını ve davranışlarını anlamak bile kendi başına zorlu bir görevken, önümüzde çok daha büyük bir hedef daha olmalı. Türkiye’deki trafiği, gelişmiş ülkelerdeki trafik kadar güvenilir bir hale getirmek. Çalışmalar gösteriyor ki Türkiye’deki yol kullanıcıları buradaki trafiği tahmin edilemez, kaotik ve dinamik buluyor. Yunanistan da benzer şekilde rapor edilmiş. Fakat Fin ve İsveçli yol kullanıcıları ise kendi ülkelerindeki trafiği daha stabil ve işe yarar şekilde yorumlamış.  Her gün ister yaya ister araç sahibi olarak bulunalım, bir şekilde trafikte olmaya mecburuz. Öyleyse neden biz de stressiz ve can tehlikemiz olduğunu hissetmeden bir şekilde ulaşımımızı sağlamayalım ki? Gelişmiş ülkelerin sistemlerini detaylı bir şekilde araştırarak, etki eden fiziksel, psikolojik ve kültürel faktörleri öğrenip ülkemize uygun bir şekilde uyarlayıp biz de amaçladığımız güvenli trafik hedeflerine ulaşabiliriz. Bu hedef doğrultusunda, bu çalışmaları bizlere ulaştıran trafik psikologları, emniyet, yolları tasarlayan mühendisler ve trafik süreçlerinin her aşamasında yer alan diğer her mesleğin katkılarıyla ciddi adımlar kat edebiliriz. O zamana kadar ise bireysel sorumluluğumuzu unutmadan, yaptığımız her ihlalin hem kendimize hem de başkalarının can güvenliliğine risk oluşturduğunu unutmadan, bir kez kırmızı da geçsem ne olur demeden kuralları ihmal etmeden trafikte bulunmaya devam etmeliyiz. Çünkü trafik bireysel davranışların bir toplamı. İhlalde bulunan herkes güvensiz trafik ortamına maalesef katkıda bulunuyor. Aynı zamanda diğer yol kullanıcılarına kibar ve anlayışlı davranmak, bağırmak ve agresif şekilde korna çalmak gibi davranışlardan kaçınmak da bireysel sorumluluğun bir parçası.

Kendi kendini süren ya da şerit takip kontrol sistemi gibi değişik seviyelerde otomasyon bulunduran araçlar da güvenli trafik hedefine ulaşmamız için büyük bir umut sağlıyor. Çalışmalar Türkiyedeki yol kullanıcıların, İsveçli yol kullanıcıları kadar otomasyona olumlu yaklaşmadığını gösterse de, otomatik araç sistemleri halen büyük bir potansiyel arz ediyor.

İrem KÜSMÜŞ – BİR SAĞLIK SORUNU OLARAK TRAFİK GÜVENLİĞİ

Trafik, hayatımızın kaçınılmaz bir parçası. Kimimiz işe, kimimiz okula gitmek için her
sabah yola koyuluyor; günümüzün azımsanmayacak bir bölümünü yol kullanıcılarından biri
olarak geçiriyoruz. Belki de hayatımızın bu kadar içinde olduğundan, trafiğin aslında ne kadar
riskli bir ortama dönüşebileceğini unutuyoruz. Bir düşünün, bu kadar sık bir şekilde her gün
bir parçası olduğunuz daha riskli bir eylem var mı hayatınızda? Her gün trafiğe çıktığımızda
veya bir halk otobüsüne bindiğimizde, aslında hayatımızı büyük seviyede etkileyecek bir risk
almış oluyoruz. Toplum içindeki bazı bireyler için bu risk daha da büyük. Savunmasız yol
kullanıcıları olarak tanımlanan bu grubun içine çocukları, bisiklet kullanıcılarını ve engelli
bireyleri dahil etmek mümkün. Bu gruba dahil olan insanlar için trafik güvenliği çok daha
hayati bir husus olsa da trafik güvenliğinin sağlanması yayadan sürücüye her yol kullanıcısı
için fazlasıyla önemli. Öyle ki, trafik kazaları Dünya Sağlık Örgütü tarafından “halk sağlığı
sorunu” olarak tanımlanıyor (Dünya Sağlık Örgütü, 2004). Oysa bu sorunu minimize etmenin
yolu çok basit: var olan trafik kurallarına uymak.

Trafik kuralları bize çocukluğumuzdan itibaren öğretildi. Karşıya geçerken önce sola,
sonra sağa, sonra tekrar sola bakmayı öğrendik önce. Sonra ilkokula başladık; trafik güvenliği
dersi aldık, trafik levhalarını öğrendik. Peki trafik güvenliğine uygun hareket etmeyi
öğrenebildik mi? Bu sorunun cevabını vermek için fazla araştırma yapmaya gerek yok, sokağa
çıkmanız yeterli. Türkiye’de; güvenliği değil bir yerlere yetişmeyi, rekabeti, agresifliği ön
plana koyan bir trafik kültürü hâkim. Emniyet Genel Müdürlüğü ve ODTÜ Psikoloji Bölümü
Güvenlik Araştırma Birimi ortaklığı ile 2016 yılında yayımlanan “Sürücü ve Ön Koltuk
Yolcularının Emniyet Kemeri Kullanımı” adlı rapora göre, Türkiye’de şehir içi ulaşımda
sürücülerin %42,4’ü, yolcuların ise %31’i emniyet kemeri takıyor. Bir kaza durumunda hayatta
kalma ihtimalini önemli bir miktarda arttıran ve en basit trafik güvenliği yöntemlerinden biri
olan emniyet kemeri takma oranlarının bile böylesine düşük olması, bize çok şey gösteriyor
aslında. Ülkemizde insanlar, her gün haberlerde ve sosyal medyada gördükleri o “vahim”
kazaların kendi başlarına da gelebileceğini görmezden gelerek yaşamayı tercih ediyor. Bu
“benim başıma gelmez” düşüncesi aslında hayatımızın her alanında olduğu gibi trafikte de
etkisini gördüğümüz bir yanılsama. Bu anlamda, yol kullanıcılarının hayatlarını tehlikeye
atabilecek kazaların onların da başına gelebileceği konusunda farkındalık kazanması, trafik
kurallarına bilinçli bir şekilde uyabilmeleri için önem taşıyor. Ülkemizde, trafik kurallarına
uyan kesimin birçoğu bunu ceza yememek için yapıyor ve dolayısıyla polis gözetiminden uzak
yerlerde kuralları ihlal etmekten çekinmiyorlar. Bunun sonucunda da her yıl yüzlerce ihlal ve
kaza ile karşı karşıya kalıyoruz.

Ülkemizde ve dünyada, trafik kuralları sıkı bir biçimde uygulanıyor ve yol
kullanıcılarının ihlalleri sıkı denetimlerle engellenmeye çalışılıyor. Buna ek olarak, ehliyet
alırken sürücü adayları sıkı bir sınavdan geçiyor ve yeterli yetkinliğe sahip olmayan adayların
trafiğe katılımı engelleniyor. Kural ve denetim konusunda ne kadar ileri gidilse de trafik
güvenliği sorunlarının tek sebebi kural ihlali ve yetersizlik değil. İş yerinde maruz kaldığı
baskıdan dolayı saatlerdir araç kullanan ve artık yorgunluktan gözleri kapanan bir tır sürücüsü
de kazaya sebebiyet verebilir, makas atmanın çok havalı olduğunu düşünen bir genç sürücü de.
Bu anlamda, ülke bazında trafik güvenliğinin sağlanması için toplumda aslında trafikle ilgisi
yokmuş gibi gözüken bazı değer yargılarının değişmesi gerekiyor. Trafikle ciddi derecede ilgisi
olan bu kültürel düşünce ve davranış kalıpları her ülkeye göre değişiklik gösteriyor.
Hofstede’nin Kültürel Boyutlar Teorisi’ne göre, her ülkede bireylerin davranışlarını etkileyen
bazı kültürel değişkenler var (Hofstede, 1980). Bunlardan Türkiye’de trafiğe en çok ilgisi
olabilecek boyutlardan biri güç mesafesi. Türkiye güç mesafesinin fazla olduğu kültürlerden
biri, bu da toplumdaki kuralların herkese eşit olarak uygulanamayabileceğini gösteriyor bize.
Bir trafik kuralı “normal” vatandaş için geçerliyken, hiyerarşik olarak üst seviyede bulunan bir
vatandaş o kurala ve ihlal durumunda verilen cezaya tabi tutulmayabiliyor. Bu da toplumda
kurallara bakış açısını negatif etkileyen bir durum. Hofstede’nin bulgularına göre kültürel
boyutlardan biri olan maskülen – feminen toplum ayrımında Türkiye’nin belirgin bir tercihi
yok. Ancak trafiği gözlemlediğimizde, maskülen bir trafik kültürünün hâkim olduğunu
görebiliriz: trafikte güç, rekabet, ve üstün olma duygusuna fazlasıyla rastlıyoruz. Trafikte
sıklıkla karşılaştığımız yol verme veya park yeri kavgalarını bu kültürel etkenle
açıklayabilmemiz mümkün. Buna ek olarak, trafikte kadın-erkek ayrımını ve kadınların maruz
kaldığı şiddetli negatif tutumları da bu kültürel boyutla ilişkilendirebiliriz. Hız sınırını
geçmemek, takip mesafesini korumak, yol vermek gibi basit ve önemli kurallara uymanın
feminenlikle bağdaştırıldığı; bir sürücünün kurallara ne denli uymaz ve risk alırsa o kadar iyi
bir sürücü olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyoruz. Tüm bu faktörleri düşündüğümüzde, trafik
güvenliğini sağlamak için yalnızca kurallar ve cezalar koymanın ne kadar yüzeysel bir çözüm
olacağını görebilmek hiç zor değil.

Trafik toplumun her bireyinin bir parçası olduğu dinamik bir ortam olduğundan, trafik
güvenliğinin sağlanması için mühendisler ve emniyet görevlileri kadar sosyolog ve psikoloğa
da ihtiyaç var. Bir toplumun kültürel yapısını, normlarını ve tutumlarını analiz etmeden kurallar
koymak ve bireylerin bu kurallara uymasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil. Toplumda
trafik güvenliğinin sağlanabilmesi için farklı meslek grupları el ele verip sorunların köküne
inebilirse gerçek çözümlerden bahsedebiliriz. Örneğin, bir trafik levhasının yerleştirileceği
konum bir mühendisi ilgilendirirken; levhanın rengi ve içeriği gibi konular bir psikoloğu
ilgilendirebilir. Bu anlamda, hayatımızın merkezinde bulunan ve güvenliğimiz için büyük
önem taşıyan bu konu için karar vericilerin yeterli bütçe ayırması ve gerekli meslek gruplarına
istihdam sağlaması büyük önem arz ediyor.

Eğer Türkiye’de trafik güvenliğinin gelişmesini hedefliyorsak, öncelikle toplumsal bir
değişim şart. İstediğimiz kadar caydırıcı cezalar koyalım, karşıdan gelen araca yol vermenin
kişiyi aşağılayan ve feminen kılan bir davranış olduğunu düşünen bireyler var oldukça,
cezaların etkisi yüzeysellikten ileri geçemeyecek. Trafik güvenliği konusunda küçük yaştan
itibaren çocukların eğitilmesi önemli olduğu gibi, toplumun her bireyinin trafik güvenliğini
sağlamayı bir vatandaşlık görevi olarak görmesi de hayati derecede önem taşıyor. Peki bir birey
olarak ne yapabiliriz? Trafik güvenliğini sağlamanın neden hayati derecede önemli olduğunu
içselleştirip; ailemize, çocuklarımıza da bu farkındalığı aşılayabilirsek bu vatandaşlık
görevimizi yerine getirebiliriz ancak. Unutmayalım, toplumun gelişim göstermesi öncelikle
bireyden başlar; birey değişmeden toplum değişmez. Bir halk sağlığı sorunu olan trafik
güvenliğinin sağlanması da ancak bireylerin farkındalık kazanmasıyla gerçekleşebilir.

İrem ORHAN – Her Birimiz Sorumluyuz

Geçenlerde bu işlerle çok da haşır neşir olmadığını düşündüğüm uzaktan bir akrabamın, terapiye gitme niyetinde olduğunu duymuş bulundum. Nedeni ise daha çok ilgimi çekti: “trafikte çok sinirleniyormuş.” Akrabamın bu çözüm odaklı tutumunu takdir etmekle beraber, aklıma bir düşünce takıldı. Gündelik hayatında böyle bir şeye ihtiyacı olduğu aklına gelmeyen bu tanıdığım, direksiyona geçince demek ki kendinden geçiyordu. İki farklı “persona”sı vardı adeta!

Trafikte muhatap olmak zorunda olduğumuz kimselere ve onların hatalarına karşı daha anlayışsızız. Her gün onlarca dakikayı sosyal medyada öldürmeye razı iken, trafikte beklediğimiz saniyeler birer ömür gibi geliyor. Şen şakrak olarak tanıdığınız nice kişilerin, trafikte canavara dönüştüklerine hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Üstelik bu kritik değişimi sadece direksiyon başındaki insanlar yaşamıyor. Sürücü olanlar dahil her birimiz yaya konumunda bulunuyoruz. Yaya olanlarımız dahil her birimiz toplu taşıma, taksi, bireysel taşıt gibi araçlar kullanıyoruz. Yani bu durumda, her birimizin birer trafik “persona”sı yok mudur? Olası bir kazada ya da kavga durumunda her birimiz hemen hemen eşit oranda tehlikedeyken, hepimizin terapist araması gerekmez mi!

Hepimiz hata yaparız. Bu kanı kimilerini gergin kimilerini ise rahatlamış hissettirebilir. Fakat gerçek şu ki: hatalarımızın sonuçlarını başkalarıyla birlikte ödüyoruz. Özellikle de bireysel hareket etmenin mümkün olmadığı, insanın var olmak için yine insana ihtiyaç duyduğu bir oluşum olan trafikte! Böyle bir düzende kişisel hatalarımızı minimuma indirmek için büyük çabalar sarf etmeliyiz ama tek başına bu yeterli olmayacaktır. Birlikte kullandığımız bu trafik denen oluşumun öteki üyelerinin hatalarını ve hatalarının getireceği sonuçları da tamamen mümkün olmasa da olabildiğince etkisiz hale getirmeliyiz. “Bu nasıl olabilir peki?” Diye sorduğunuzu duyar gibiyim sevgili okur. Başta bahsettiğim akrabam kendi payına düşeni yapmak için yol arayışına koyulmuştu. Fakat demek ki bu durum benim çevremde o kadar nadir ki bu kadar ilgimi çekti. İnsanların geneli hatayı karşıda ararlar. Ne kadar ararlarsa arasınlar hatta ve hatta bulsunlar, ellerine bu hatanın varlığından başka bir şey geçmez. Halbuki hata kendilerinde olsa işler her zaman daha iyiye gidebilir. Sonuçlarını düzeltmenin, telafi etmenin ya da bir daha yaşanmamasının yolları bulunabilir. Fakat bir başkasının hatası için elden ne gelir? Her toplumsal sorun gibi bu durum da “herkes evinin önünü süpürse dünya tertemiz bir yer olur” denerek kendi haline bırakılabilir. Yeterli olmayacağı çok açıktır. Yayalar dahil her trafik kullanıcısının psikolojik durumu belirli aralıklarla kontrol edilmelidir. Nasıl ki trafiğe çıkacak araçlar bir çeşit muayeneden geçer, insanlarda neden bu yöntem işe yaramasın? Kazaların psikolojik sorunlarla ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim: trafik kazalarının önemli bir kısmı hız limitini aşma durumundan, yine önemli bir kısmı ihmalden kaynaklanıyor. Aşırı sinirlenme gibi hız tutkusu, alkollü araç kullanma yahut sorumsuzluk, ihmalkarlık da birer insan sorunu değil midir?

İhmal demişken, gençlik yıllarımda televizyon izlerken national geographic kanalında “tehlike yükleniyor adlı bir programa denk gelirdim. Program şans eseri kayda alınmış bazı kazaların birkaç dakika öncelerini ele alıyordu: kayıtların her birinde, kazanın gelişine dair birden fazla işaret bulunuyordu. Olası tehlikeyi öngörme programı gibi bir şeydi. Trafikte, genel kanının aksine “kaza geliyorum der” gibi bir mesaj çıkıyordu programdan. Belki en azından daha kontrol edilebilir ve sayıca belirli bir grup olan sürücülere, yani ehliyet alan her bireye bu tehlike analiz yeteneği kazandırılabilseydi her şey çok daha farklı olabilirdi. Yalnız analiz etmek yetmez, bir de bu işaretleri ciddiye almanın önemi, her sene trafik kazalarında yaşanan can kayıplarının ve sakatlıkların istatistiği, bazılarının vahimliği, bazı vurdumduymaz trafik canavarlarına öğretilebilseydi yine bir şeyler değişirdi diye hayal ederken buluyorum kendimi.

Bu kadar kaza ihtimallerinden bahsettik, içimizi kararttık. Hiç mi bir şey değişmeyecek? Bu kadar karamsar mı olunmalı? Cevap ne evet ne de hayır… trafik güvenliği meselesi her geçen gün daha da önem kazanıyor. Artan nüfus, yükselen yaşam standartları gerek ülkemizde gerek tüm dünyada trafiğin kullanımını da arttırıyor. Hal böyle olunca ne karamsar bakmak ne de hayıflanmak, yaklaşmakta olan trafik curcunasından bizleri kurtarıyor. Teknoloji ilerledikçe araçlar daha güvenli daha akıllı hale gelecektir. Bizlerin payına düşense kullanıcıları da daha bilinçli güvenli ve “akıllı” yetiştirmek. Dünyada ülkelerin istatistiklerine baktığımızda, kurallara uymama, kullanıcı kaynaklı kazaların yüzdesinin; ülkenin eğitim sisteminden alınan verim ile ters orantılı olduğunu anlayabiliriz

Öncelikle kendine ve başkalarının hayatlarına saygılı bireyler yetişirse, bu hayatlara verilen değer, “birkaç” trafik kuralına uymayıvermekten, yolları düşünmeden hesapsız kitapsız yapmaktan, hız sınırını biraz aşmaktan, ya da bir kaza sonucunda kanlı bıçaklı kavgaya tutuşmaktan bizleri alıkoymaya yetecektir!

İsmail KONUK 

Gündelik hayatta, tüm insanlar olarak sürekli konum değiştirme durumunda kalıyoruz. Kimilerimiz işyerlerine, kimilerimiz okula ve farklı lokasyonlara doğru yolculuk yapmak zorundayız. Bu durum ise hayatımızda her gün karşılaştığımız bir kavramı oluşturuyor. Trafik. Her gün etkileşim içinde olduğumuz bu gerçek, devamlılığını sürdürebilmesi yani tüm insanların uyum içinde ulaşım ihtiyacını giderebilmesi için güvenli bir halde olması ve bu güvenliğin her gün geliştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizde ve dünyada güvenli ve sürdürülebilir trafik için birbirinden farklı olanaklardan faydalanılmaktadır. Araçla seyahat ederken bunları görmemiz mümkün. Sürücülerin fazla hızlanıp diğer insanları ve araçları tehlikeye atmaması için hız sınırları ve bu sınırları gösteren işaretler,kasisler ve radar uygulamaları bunlardan bazıları. Çevre veya yol ile ilgili bilgi vermek amacıyla da trafik işaretleri ve uyarı levhalarından faydalanılmaktadır. Peki trafikte sadece bunlarla mı karşılaşıyoruz? Tabiki hayır. Trafikte çeşitli gruplar da yer almaktadır. Bunlar taşıtlar, motorsiklet sürücüleri, bisiklet sürücüleri ve yayalar olmak üzere sıralanabilir. Elbette bu grupların hepsi, trafikte eşit derece de güvenliğe sahip değil. Amerika Birleşik Devletleri Ulaştırma Bakanlığı Ulusal Karayolu Güvenliği Stratejisi’ne göre trafik kazasına karıştığında, en fazla yaralanma ve ölüm riski altında olan gruplar ‘savunmasız yol kullanıcıları’ olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre yaşlı ve engelli yayalar olmak üzerek tüm yayalar, bisiklet kullanıcıları ve motosiklet kullanıcıları bu gruba dahil olmaktadırlar. Gündelik hayatta çeşitli nedenlerle çeşitli grupların içinde trafikte yer almaktayız. Trafikte kendimizin ve diğer insanların güvenliğini sağlamak ve kimseyi tehlikeye atmamak için birtakım kurallara uygun bir şekilde hareket etmemiz gerekmektedir. Öncelikle ‘savunmasız yol kullanıcıları’ grubunu aklımızda  bulundurmalıyız. Eğer trafikte bu grubun içindeysek, olası bir trafik kazasında en büyük risk altında olanın biz olacağımızı düşünerek, trafik kurallarına uygun bir şekilde yolculuk yapmalıyız. Örneğin bir yaya olarak, yaya geçitleri dışında yolda olmamalıyız ve mümkün oldukça üstgeçit ve altgeçitleri kullanmalıyız. Eğer bu grupta yer almıyorsak, bu grupta yer alan insanların güvenliğini düşünmemiz gerekmektedir. Trafik ışıklarına, yaya geçitlerine azami derecede dikkat etmeli ve ‘savunmasız yol kullanıcıları’ grubundaki insanların güvenliğini sağlamalıyız. İkinci olarak ise yorgunluk unsurunu göz önünde bulundurmalıyız. Yazının önceki kısmında da belirtildiği üzere trafikte birçok sorumluluğumuz bulunmakta fakat yorgunluk unsuru devreye girdiğinde bu görevleri olması gerektiği gibi yerine getiremeyebiliriz. Bu durumda mümkün olduğunca trafiğe çıkmamak bizim ve diğer insanların faydasına olacaktır. Eğer çıkmak zorunda kalınıyorsa, bu kuralları göz önünde bulunduran birisi ile çıkmalıyız. Trafik güvenliğini sağlarken dikkat etmemiz gereken başka kavramlarla da karşılaşmaktayız.Trafik kazasına neden olan unsurları düşündüğümüzde en temelinde insan davranışları (sürüş becerisi, hatalar, ihlaller) ve çevresel faktörleri ( yollar, trafik işaretleri,altyapı) gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla bu iki faktör trafik güvenliği için kritik öneme sahiptir. Peki bizim amacımız ne olmalı ? Ana hedefimizin daha güvenli bir trafik olduğunu belirtirsek, hedeflememiz gereken başta bu iki faktörü, trafik kazalarını minimize edecek şekilde geliştirmek en temel amacımız olmalı. Genel perspektiften baktığımızda trafikte insan davranışlarını daha güvenli hale getirmek için sürücü kurslarının ders programları revize edilip, insanların sürüş becerilerini geliştirmek için çeşitli imkanlardan faydalanılabilir. Örneğin sadece araç içinde pratik yapmak yerine buna ek olarak trafik simülasyonlarından faydalanılırsa, sürücünün sadece araç hakimiyeti değil aynı zamanda tehlike algılama becerisinde, trafik kurallarına uyma alışkanlıklarında gelişim kaydedilebilir ve hatalarında maliyetsiz ve kimseye zarar vermeden ders çıkarıp daha güvenli bir sürücü olarak trafiğe katılabilir. Aynı zamanda sadece sürüş becerilerini değil, çevresel faktörlere uyumlu bir şekilde sürüş yapma becerisinde de gelişime olanak sağlayacaktır. Değişik hava şartlarında, yol şartlarında ve farklı çevresel etmenler altında sürüş pratiği yapmak sürücüyü hem daha güvenli hale getirip hemde daha güvenli trafik oluşturma da insanlara fayda sağlayacaktır. Kişisel perspektiften bakıldığında ise, yazının önceki kısımlarında belirtildiği üzere, trafikte güvensizlik yaratan davranışlardan kaçınmalı, ‘savunmasız yol kullanıcıları’nı her zaman gözetmeli ve güvenliklerini göz önünde bulundurmalı, eğer sürücü olarak trafikte yer alıyorsak kendimizi araç hakimiyeti gelişmiş, değişen çevresel koşullara uyumlu,trafik kurallarına uyan bir sürücü haline getirmeliyiz. Eğer ‘savunmasız yol kullanıcıları olarak trafikte yer alıyor isek, bunun bilincide olup her zaman kendimizi korumalı ve trafik kural ve işaretlerine dikkat etmeliyiz.

İSİMSİZ YAZAR – Trafik Güvenliği: Önem ve Tutumlar Hakkında

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organisation) verilerine göre her sene yaklaşık 1.3 milyon insanı trafik kazalarında kaybediyoruz. Bu ölümlerin yarısından fazlasının incinebilir yol kullanıcılarına (yayalar, bisiklet kullanıcıları ve motosiklet sürücülerine) ait olmasının yanı sıra, yoldaki ölümlerin yüzde 93’ünün düşük ve orta gelirli ülkelerde gerçekleşmesi de bir başka gerçek. Üstelik bu kazaların çoğunlukla önlenebilecek küçük aksaklıklardan oluştuğu da görülüyor. Bu noktada akıllara gelen ve sorulması gereken ilk soru ise şu: Peki, biz bu konuda ne yapıyoruz? Bir yandan bu sorunun cevabını incelerken bir yandan da biraz trafik güvenliğinin öneminden ve gerekliliğinden konuşalım.

Aslında girişte bu önemi biraz da olsa vurgulamış olduk. Trafik güvenliğinin söz konusu olduğu yerde aynı zamanda tehlikede olan hayatlar da söz konusu. Dünyada her an herhangi bir yerde, trafik güvenliğinin yetersizliği yüzünden birisi hayatını kaybediyor. Trafikte sadece bir anlığına yola bakmamak bile bir dakika sonra hayatta olmamanız için yeterli olabiliyor. Özellikle trafikte yalnız olmadığımızı düşündüğümüzde şu noktayı unutmamak lazım: Siz dikkatli bir yol kullanıcısı olsanız bile, diğerleri olmayabilir. Bu nedenle trafikte herkesin nasıl davrandığı ve bu davranışları etkileyen durumların neler olduğunu anlamak, trafik güvenliği açısından çok önemlidir.

Peki, trafikte kazaya sebep verebilecek şekilde nasıl davranıyoruz? Sürücüler üzerinden yola çıkmamız gerekirse sürüş becerileri ve sürüş stili kazaya neden olan davranışların oluşmasındaki iki etken gibi gözüküyor. Sürüş becerileri, bir sürücünün bilişsel becerileri ve sürücülük deneyimini kapsarken; kişinin yaşam stili, karakteri ve tutum, norm ve inançları da sürüş stilini oluşturuyor. Riskli davranışları destekleyen bir karakter yapısının trafikte risk almayı da artırabileceğini düşünürsek trafik güvenliğini artırmak için bu insan faktörlerini incelemek ve trafik kurallarında ona göre düzenlemeler yapmak gerektiği söylemek, yanlış bir açıklama olmaz. Ancak odaklanılması gereken tek alanın, trafik kuralları ve uygulamalarındaki değişiklikler değil; aynı zamanda bireysel tutumlar olduğunu da unutmamak lazım. Hakkındaki farkındalığın bir hayli az olduğu trafik güvenliği alanı, sadece yapısal düzenlemelerle sağlanabilecek değil, aynı zamanda toplumsal bilincin de artırılmasıyla oluşabilecek bir konsept.

Gözden kaçırmamamız gereken en önemli nokta şu ki trafikte hepimizin ilk ve en önemli amacı yaşam riskini en aza indirmek olmalı. Bunun sadece kurallarla veya yasalarla sağlandığını düşünmemeli, bu çerçevede bireysel bir tutum da oluşturmalıyız ve bu tutumu,
her bireyin bir yol kullanıcısı olduğunu unutmadan her yerde sürdürmeliyiz. Çünkü trafikte
aldığımız en küçük bir karar bile, saniyeler içerisinde kendimizin veya bir başkasının hayatını
geri dönülemez bir şekilde etkileyebilir.

Melissa ATLAMA 

Bir yaya veya bir taşıt kullanıcısı olarak bir şekilde trafiğe çıkıyoruz ama trafik ile alakalı bildiklerimiz çok kısıtlı bir düzeyde kalıyor. Hatta bildiklerimiz, trafik kurallarından, araba markalarından ve yollardan ibaret. Ama farkında değiliz ki bu kadar trafik kullanıcısını barındıran bir sistemi ayakta tutmak için psikologlardan tutun polislere ve mühendislere kadar birçok insan uğraşıyor. Dünya’da ve Türkiye çapında hız aşımı, alkollü araba sürme kampanyalarını, ilkokullarda yaya eğitimlerini, sürücü kurslarını, tabela ve yolları, hatta araştırmaları bile bu insanlar yapıyor. Bu dediğim uygulamalar yasalarla birleşince bize güvenli ulaşım yolları sunuyor. En üzücü gerçek de hala bu yapılanların yetersiz kalmasıyla gün yüzüne çıkıyor. Tahmin ediyorum ki, bu yazıyı okuyan yayalar ve bisiklet sürücüleri ayağa kalkmışladır şimdiden kim demiş güvenli diye? Çok da haklı olurlar. Maalesef ki Türkiye’de yayaların veya bisiklet sürücülerin de bir trafik kullanıcı olduğu kimse tarafından benimsenmediği için yukarıda bahsettiğim uygulamalar onları dışarıda bırakıyor. Bunun sonucunda da akan trafikte bir sürü bisiklet kullanıcısı, bir yandan da yolun kenarından arkasına baka baka yürüyen yayalar görüyoruz. Peki trafiğin güvenli olması neden bu kadar büyük bir mesele? Bunu bir örnekle açıklığa kavuşturmak istiyorum. Diyelim ki, bir trafik kazası yaptınız ve değerlendirmelere göre siz tamamen suçlusunuz. Karşı taraftaki araç sahibi de hayatını kaybetti. Kaza esnasında kemerinin takılmamış olması bile sizi daha az suçlu yapıyor. Geriye de ortada kaybedilmiş bir can, birçok kaza masrafı ve uzun bir mahkeme süreci kalıyor. Bu yüzden de trafiği güvenli kılmak, oluşacak olumsuz sonuçlardan kaçınmak anlamına geliyor aslında. Diyelim mi ki trafiğin güvenirliliğini saydıklarımdan yola çıkarak sağladık artık kaza yaşanmayacak diyebilir miyiz? Hayır, çünkü trafiği kullananlar programlanmış robotlardan ziyade hata yapan, bilgileri ve sahip olduğu becerileri faklı olan insanlardır. İşte psikologlar da tam burada devreye giriyorlar. Bizim araba sürmek diye basitçe adlandırdığımız eylemi araştırıp düzeylere ayırıyorlar. Onlara göre taşıt sürerken kurallara uymak araba kullanmanın sadece küçük bir bölümü. Örneğin trafiğe çıkmadan önce trafik yoğunluğuna bakmanın genel sahip olduğumuz bilgilerle, sol şeridi tıkamamak için şerit değiştirmenin kurallara hakimiyetimizle, aniden çıkan köpek karşısındaki manevralarımızı ise sahip olduğumuz doğuştan gelen refleks gibi becerilerle alakalı olduğunu söylüyorlar. Hatta onlara göre kişiliğimiz de etkiler trafikteki davranışlarımızı. Mesela dışa dönük, eğlence ve yeni deneyim arayışı olan insanlar daha fazla kaza yapmakta. Bu da bizi aslında trafikte neler önemli konusuna getirmiş oluyor. Yorgunluk derecemiz, kişiliğimiz, yolların düzgünlüğü, uyarı tabelalarının varlığı, aracımızın güvenliği ve durumu, hava şartları gibi etmenler hem sürüşümüzü hem trafik akışını hem de oluşacak potansiyel tehlikeleri algılamamızda çok büyük rol oynuyor diyebiliriz. Hatta cinsiyetimiz ve yaşımız bile çok etkiliyor trafikteki davranışlarımızı. Örneğin, belirli yaşlar arasında trafik kazası çok görülüyor. Tahmin edersiniz ki genç ve yeni sürücülerden bahsediyorum. Ve düşünülenin ve yansıtılanın aksine erkeklerin daha fazla kaza yaptığı da görülüyor bu yaşlarda ve sahip oldukları deneyimle. Bu yazdıklarımın ana fikri de şu aslında: trafik bir ulaşım aracından ziyade insan ve çevresel faktörlerden etkilenen bir kültürdür. Bireysel olarak trafikteki eksik yönlerimizi belirleyip bunlar üzerinde çalışmak, kurallara uymak ve başkalarını buna teşvik etmek sizin için belki küçük ve önemsiz olarak görülebilir ama trafik için büyük bir adımdır. Yani amacımız bir trafik kullanıcısı olarak kısa yolları bulmak veya kameralara yakalanmamak olmamalıdır. Trafiğe bir yaya olarak da bir taşıt sahibi olarak da çıksak trafikteki diğer kullanıcıları düşünerek hareket etmeliyiz. Toplumsal olarak yaklaşıldığında, kampanyalar arttırılmalı, günümüze uygun hale getirilmelidir. Örneğin televizyon izleyen kitleye de, sosyal medyayı aktif kullanan bir kitleye de hitap etmelidir. Bunların dışında trafik eğitimleri her trafik kullanıcısı için okullarda yaygınlaştırılmalıdır. Günün sonunda trafik kurallarını koyanlar da olsak, araştırma yapanlar da olsak, bunlardan etkilenen sadece bir kullanıcı da olsak hepimizin sevdikleri ve ailesi var. Elimizden geleni yapalım ve sadece kendimizi değil, sevdiklerimizi ve tüm insanlığı koruyalım. Değişime kendimizden başlayalım.

Meriç MANKA

İnsanların trafikteki davranışlarını ne belirler? Peki ya trafik güvenliği nedir? Trafikte kimler daha yüksek risk altındadır? Hepimiz her gün trafiğe çıkıyoruz ve aslında zamanımızın büyük bir kısmını da trafikte geçiyoruz, fakat acaba kaçımız bu soruların cevabını düşündük? İşte trafik psikolojisi de bu noktada devreye gidiyor. Trafik psikolojisi insanların trafikteki davranışlarının altında yatan nedenleri inceleyen, trafik güvenliği nasıl artırılabilir, bu konuda neler yapılabilir, kimler daha büyük risk altında gibi sorulara cevap arayan ve bu konularda araştırmalar yapan bir alandır.

Trafik güvenliği neden önemlidir? Herhalde hepimiz bu konuda bir fikri vardır. Peki trafik kazalarının tüm dünyadaki ölüm nedenleri arasında 8. sırada olduğunu biliyor muydunuz? Her sene dünya genelinde yaklaşık 1,35 milyon insan trafik kazaları sonucunda ölüyor ve her 24 saniyede 1 insan trafik kazası sonucunda hayatını kaybediyor. Bu nedenle aslında trafik güvenliğini artırmak büyük bir önem arz ediyor. Trafik kazalarının neden olduğu ölümleri, yaralanmaları veya mal kayıplarını azaltmanın yolu ise trafik güvenliğini artırmaktan geçiyor. Özellikle de yayalar, bisiklet ve motor kullanıcıları trafikte başlıca risk altında bulunan gruplar olarak kabul ediliyor. Diğer yol kullanıcılarına kıyasla daha korunaksız olmaları, daha zor tespit edilebilmeleri, ya da zaman zaman hareketlerinin kestirilemez olması bu riski artıran faktörler olarak kabul edilebilir.

Hem dünyada ve hem de Türkiye’de trafiği daha güvenli ve sürdürülebilir hale getirmek için yapılan birçok çalışmadan söz edilebilir. Ülke çapında trafik güvenliğini artırmak ve can kayıplarını azaltmak için yapılan bazı çalışmalara İsveç’te tasarlanan “Vizyon Sıfır”, Hollanda’da uygulanan “Sürdürülebilir Güvenlik”, ya da Avustralya’da planlanan “Güvenli Sistem” örnek gösterilebilir. Türkiye’de ise 2017 yılından itibaren “Yol Güvenliğinde Yeni Dönem Trafikte %100 Yaşam Projesi” uygulanmaya başlanmıştır. Bu projenin amacı ise trafik kazalarından kaynaklanan ölüm oranlarını sıfıra indirmektir. Dünya çapında ise Birleşmiş Milletler tarafından “Yol Güvenliği için 10 Yıllık Eylem Planı” hazırlanmış ve Küresel Yol Güvenliği Eylem Planı (2010-2020) yürütülmüştür, bu planlar kapsamında ise tüm dünyada trafik kazalarından kaynaklanan ölümlerin %50 oranında azaltılması hedeflenmiştir.

İnsanların trafikteki davranışlarını belirleyen birçok neden öne sürülebilir. Kişilik özellikleri ise insanların trafikteki davranışlarını etkileyen başlıca etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Bir insanın sabırsız bir kişiliğe sahip olması ya da risk alabilmesi kuşkusuz onun trafikteki davranışlarını da etkileyecektir. Aynı zamanda kişinin araba kullanma yeteneğine olan güveni, araba kullanmak konusundaki tutumları veya çevresindeki insanların görüşleri ve tutumları da onların nasıl araba kullandıklarını belirleyen etkenler olarak tespit edilmiştir. Tabii çevresel koşullar ya da kişinin o an içinde bulunduğu durum da etkileyici nedenler olarak gösterilebilir, örneğin yol bozuk veya virajlıysa, ya da kişi yorgun veya stresliyse arabayı sürüşü de buna göre değişiklik gösterebilecektir. Son olarak kişinin kullandığı taşıt da son derece önemli olabilir, hassas ve sağlam bir arabayı sürmek ile eski ve ağır bir arabayı sürmek bir olmayacaktır. Bu etkenlerinin hepsinin trafik güvenliğini etkileyecek önemli faktörler olduğu kuşku götürmeyen bir gerçektir, yine de bazı faktörler zaman zaman daha ön plana çıkabilir. Agresif ve sabırsız bir sürücü trafik güvenliğini riske atabilir, ya da yolun bozuk olması, kaldırım olmaması çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Son yıllarda hızla gelişen teknolojik gelişmelerden birçok alan gibi trafik alanının da çok yararlandığı söylenebilir. Trafik güvenliğini artırmak ve insan hatalarını azaltmak amacıyla geliştirilen yeni teknolojilerin uygulamaya girmesi ile trafiğin hem yayalar hem de sürücüler için daha güvenli bir hale geleceği öne sürülebilir, fakat bu teknolojilerin yaygınlaşması ve uygulamaya girmesi de zaman alacaktır. Aynı zamanda insanların bu teknolojilere alışması da bir süreç alacaktır. Örnek olarak otomatik pilota alınabilen veya başka araçlarla iletişim kurabilen araçlar gösterilebilir, fakat şimdiye kadar bu teknolojilerin yaygın olarak kullanıldığını da söyleyemeyiz.  Bu süreçte ise tüm yol kullanıcıları kendi önlemlerini almalıdır, trafikte daha sorumlu bireyler haline gelmeli ve en küçük bir hatalarının bile çok kritik sonuçlar doğurabileceğinin farkında olmalılardır. Trafikte dikkat dağıtabilecek faaliyetlerde bulunmamak, alkollü veya uykusuz araba kullanmamak, hız sınırını aşmamak da alınabilecek önlemlere örnek gösterilebilir. Aynı zamanda ise trafik eğitimlerinin yaygınlaştırılması ve güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılması da kuşkusuz trafik güvenliğine katkı sağlayacaktır. Uzun vadede amaç trafik kazalarından kaynaklanan can ve mal kayıplarını en aza indirmek olmalıdır, bu da ancak trafiği mümkün olduğunca güvenli bir hale getirerek yapılabilir. Herkes kendi adına gerekli sorumluluğu ve önlemi aldığı sürece bu hedef aslında o kadar da uzak olmayabilir.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *