fazıl say için prelüd

 

FAZIL SAY İÇİN PRELÜD

 

İçten içe nasıl ses verir insan kutusu
Patlar sızan bir gaz ya da tortu
Nedir bu, içimizdeki müziği arıtan
Taşıran dışa, taşıran son damla,

                                                         dışa

Bir teni yatıştırmak gibi bir tenle
Bir bedeni yanına koymak için başkasının
Geçmiş, gelecek, gelenek arasına
İnsanın camına, cam

                                     yoldaşına

Bırakın kuramı, bugün var yarın yok
Bu ince billur kabı yaşamın
Taşsın kendi dışına sonsuz sıvı, taşsın
Aşk, aşk olsun

                           Fazıl’a.

 

 

taş da çürür

TAŞ DA ÇÜRÜR

 

Böyle dedi kaya mezarını temizleyen Rüstem Usta.

Taş da çürür.

 

İncir kokuşlu dar sokakları aştınsa, görmüşsündür
Kıyıda, küçük bir çocuk taş atıyor suya

Taş da çürür.

 

Eğil biraz, paslanmış kıyı babasına tutunarak sark
Suyla rıhtımın birleştiği yerlere bak

Taş da çürür.

 

Kumsalda, çam tahtasını astarlıyor sandalcı baba
Çocuk büyümüş; yüzmeyi biliyor, denizle oynamasını da
Yüreğim çürümez; gözyaşları işlemez, kurşunlarınız da

Taş çürüsün.

 

ROCK ALSO DECAYS

Thus said Master Rüstem who cleaned the rock tomb.

Rock also decays.

 

If you have gone  beyond the narrow streets smellIng of fIgs,

you must have seen  ON the seashore a lIttle boy

throwIng stones Into the water

Rock also decays.

 

Bend down a bIt,  lean over the rusty raIlIng

Look where the water meets the pIer

Rock also decays.

 

On the beach the  old boatman Is puttIng the fIrst coat on the pInewood

The chIld has grown up, knows how to swIm and play In the water

My soul does not  decay; teardrops do not penetrate,  nor do your bullets

Let the rock decay.

 

TranslatION BY   Suat Karantay

 

 

söyle gökyüzü

SÖYLE GÖKYÜZÜ

 

Acıyı kim neyler

Neyler kasabayı şehirli düşünceler,

Acı, yığından bir tel çeker gibi

Kayıp gider götürerek kendi nedenlerini.

 

Aşktır, acıyı kim neyler

Peçe altında gezer sevişerekten,

Ben çok gördüm çok gezdim çok sevdim

Gönlümde sen olan kuyuyu bildim.

 

Gönlünde kuyuyla acıyı kim neyler

Süzersin acıyı gövdende bırakarak,

Tortu atılmaz, yanık onmaz, toz yunmaz

Çıkrık çalışır bir eğlentiyle.

 

Kuyu kalır çölde bir olanak olarak

Ueraltı sularını birleştirir gibi,

Acı, katmandan katmana, kuyudan kuyuya

Gelenek olur ve alışkanlık yaratır.

 

Çıkrığın gıcırtısı müzik gibi inler

Kova deliktir lafolsun diye işte,

Eskil bakışların tirşesi yeter

Aşktır, söyle, acıyı kim neyler?

 

Sürek Avında Dünya, 1994

  

 

 DIS, LE CIEL

A quoi bon la douleur

A quoi bon la bourgade face aux pensées citadines

La douleur, comme on tire un fil d’un tas,

S’effondre en entrainant sa raison d’être.

 

C’est l’amour, à quoi bon la douleur

Elle voyage voilée, et fait l’amour,

J’ai tant voyagé, tant vu, tant aimé

J’ai su le puits que tu es dans mon coeur.

 

A quoi bon la douleur si l’on a un puits dans son coeur

Tu filtres la douleur en la retenant dans ton corps,

Impossible de rejeter la lie, de soigner la brûlure, d’effacer la poussiere

Le treuil marche avec allegresse.

 

Le puits demeure comme une éventualité dns le désert

Qui comme rassemble les eaux souterraines,

La douleur, d’une nappe à l’autre, d’un puits à l’autre

Devient coutume et crée une dépendance.

 

Le grincement du treuil gémit comme une musique

Le seau est percé san qu’on sache pourquoi,

Le jade des regards usés me suffirait

C’est l’amour, dis, à quoi bon ls douleur?

 

Traduit par Ece Korkut, 1998

 

dayım gül takardı gömleğinin yakasına

Link

Dayım Gül Takardı Gömleğinin Yakasına

clıck to lısten; rehearsed by an actor

 

Dayım gül takardı gömleğinin yakasına,

Ve canlıymışçasına, hergün onu sulardı.

Yağız tenindeki su buharlaşsın diye

Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:


Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen.
Kumraldı, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemeyen.
İşadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, İzmir’in parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.

 

Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim, mutluluktan ağlardı.

 

 

MY UNCLE WORE A ROSE ON HIS LAPEL

 

And as if it were alive he would water it every day.

To let the water on his dark flesh vaporize

He would button down his shirt with rascally strong words:

 

A florist he was who would not kill lice oN a leAf.

A photographer who touched up the photographs of war.

A storyteller who came home smiling every night.

Auburn he was- his children resembled his wife.

His tallness protected him from the cold.

A greengrocer who never ate his own tomatoes.

A merchant who new no cushions but matting.

Religious- he would not drink raki* during edhan**.

The glasses he wore made his eyes seem larger.

Wanderer he was who trodED the cobblestones of İzmir.

A fisherman whose hands became calloused by water.

A nicotine addict wHose long cigarette curled.

A diplomat who attended coctail parties with his fancy trousers on.

An investor who worked overnight to feed his family.

 

My uncle wore a rose on his lapel.

Had he seen you he would have cried with joy.

 

 

*raki: Turkish alcoholic drink made from grapes and aromatic anise.

**edhan: call for prayer for Muslims.

 

in Çocuk Ömrümüz (1982); written in 1979. © translatIon Asalet Erten.