Merhaba,
Ben Suna. 16 Nisan 2025’te, Pasifik Okyanusu’nun yaklaşık 2500 metre derinliğine ilk Alvin dalışımı gerçekleştirdim.
Benden ilk dalışım hakkında bir blog yazmam istendiğinden beri, bu deneyimi nasıl tarif edeceğimi düşünüyorum. Bilimsel ve operasyonel akışını yazmak nispeten kolay, ama aşağıdayken hissettiklerimi ifade etmek o kadar kolay olmayacak. İkisini de yapmaya çalışayım.
Dalışımızdaki esas amaç, daha önce çalışılmış bir hidrotermal baca alanı olan P-Vent’e giderek, bu bacalardan çıkan yüksek sıcaklıklı (en az 350 °C) ve metal bakımından zengin sıvılarından örnek toplamaktı. Bu örneklerde yapacağımız kimyasal analizler, bacaların fizikokimyasal yapısı, çevre habitatlara etkileri ve karbon gibi çözünmüş gazların taşınımına dair önemli bilgiler sağlayacak.
Bu bacaların olduğu derinliklere inmek için meşhur Alvin denizaltını kullanıyoruz. Yazıyı çok uzatmamak adına, Alvin’e girmeden önceki hazırlık sürecini atlayacağım—belki o, başka bir yazının konusu olur.
Tüm kontroller tamamlanınca, Alvin balast tanklarını suyla dolduruyor ve inişe geçiyoruz. İnişin ilk dakikalarında, ışıksız tabakaya girmeden önce etrafımızda çeşitli canlılar beliriyor: knidliler (ctenophora), sübyeler, küçük balıklar… Ardından su sıcaklığının hızla düştüğü bir geçiş bölgesi olan termoklin tabakasına giriyorsunuz. Bu tabakada, sıcak ve soğuk suyun karışmasıyla etraf flulaşıyor, görüntü hafifçe dalgalanıyor. Bu katmanın varlığını alana ilgi duyan teorik olarak bilir, ancak içinden geçmek ve yoğunluk değişimlerini gözlemlemek bambaşka bir deneyim.
Termoklini geçtikten sonra, ışık hızla azalmaya başlıyor. Yaklaşık 500 metreden sonra ise zifiri karanlık başlıyor. Doğal ışık tamamen yok oluyor, ama canlılık hiç bitmiyor. Karanlıkta, biyolüminesans yayan birçok farklı organizma gözümüzün önünden geçiyor; bazıları parlayan bir çizgi, bazıları nokta gibi. Işık yağmuruna yakalanmış gibiyiz. Yine öyle bir durum ki, teorik olarak biliyoruz, ara sıra şahit de oluyoruz ama bu kadar yoğun ve derinlerde sürüyor olması insanı şaşırtıyor ve sevindiriyor. Dalış boyunca bu sevinç dalgası sık sık geldi; hatta suratımdaki o şapşal sırıtış hiç gitmedi desem yeridir.
Belli bir derinlikten sonra, altimetre göstergesi sayesinde tabana ne kadar kaldığını görebiliyoruz. Yaklaşık 20 m kala pilot tabana varıp varmadığımızı gözlemlememizi istiyor (Alvin kullanıcılarına pilot deniyor – nitekim uçmaktan çok da farklı değil). Tabana varıyoruz, etrafıma bakınıyorum. Gezegen değiştirmiş gibiyim. Yüzey, donmuş magmadan meydana gelen bazalt kayaçlarla kaplı. Biraz ilerledikten sonra P-vent’in meşhur hidrotermal bacalarıyla karşılaşıyoruz. Bacalardan çıkan metal zengini karışımlar suya duman gibi yayılıyor. Büyülenmiş gibi bakarken bir yandan not almam ve elimdeki tablet ile kamera açılarını kontrol etmem gerektiğini hatırlıyorum. Sıcaklık sensörümüzü bacanın içine soktuğumuzda 370 dereceleri görüyoruz. Buradan örneklemelerimizi yapıyoruz.
İşimiz bitince Tica vent alanına geçiyoruz. Burada, artık eskisi gibi aktif olmayan neredeyse üç katlı bir bina yüksekliğinde dev bir bacayla karşılaşıyoruz. P-vent gibi tütmese de yoğunluk farkının yarattığı flu görüntüden birçok yerden sıcak su çıkışları olduğunu görebiliyoruz. Bacanın her yanı Riftia türü tüplü kurtlarla kaplı (yine afallamış bir şekilde bakakaldığımı artık belirtme ihtiyacı duymuyorum). Bu habitatla ilişkili yaşam süren hemen tüm gözle görülür canlıları görüyoruz; Alvinella solucanları, Bathymodiolus türü baca/vent midyeleri, yengeçler, yılan balıkları… Kendimi yapıştığım camdan -bence- üstün bir iradeyle geri çekiyorum, toparlanıp kamera açılarını düzeltiyorum, çeşitli açılardan fotoğraflar çekiyorum, gördüklerimi not ediyorum.
Dalış süremiz tamamlandığında, yüzeye çıkabilmek için Alvin üzerindeki ağrılıkları bırakıyor ve yavaş yavaş yükselmeye başlıyoruz. Dönüş yolunda, gemidekilere bildirmek kısa bir rapor hazırlıyoruz. “Deneyimli gözlemci” olarak bu işi, dalış partnerim Prof. Mustafa Yücel yapıyor. Alınan örnekler, ses dalgalarıyla sinyal ileten akustik iletişim sistemi üzerinden araştırma gemimiz Atlantis’teki bilim ekibine okunuyor. Bu sınırlı iletişimin bile bana büyük bir güven verdiğini eklemeliyim.
Yükselirken yine ışık yağmurundan, termoklin tabakasından ve sonunda fotik (ışıklı) bölgeden geçiyoruz. Ben yine cama yapışıyorum. Daha önce birçok kez Alvin ile dalmış olan M. Yücel ise sakin sakin notlarını gözden geçiriyor, büyük ihtimalle heyecanıma ve mutluluğuma gülüyor.
Dalış bitiyor, Alvin gemiye alınıyor, basınç kapağı açılıyor ve dışarı çıkıyorum. Ekip arkadaşlarım beni karşılıyor, o kadar mutlu ve heyecanlıyım ki herkese sarılmak istiyorum. Herhalde yaşadığım duygunun doğru ifadesi “öfori” olurdu. Gelenek olarak, beni bir sandalyeye oturtuyorlar ve ilk dalışımın şerefine kafamdan aşağı üç kova su döküyorlar. Normalde buz gibi olması gereken su ilk başta sıcak geliyor. Meğer beni iyice şaşırtmak için en soğuk olanı sona saklamışlar. “İlk dalışı ıslatma” geleneğine bu tip çeşitlilikler getirilebildiğini ilk elden öğrenmiş oluyorum.
Dalıştan sonra da tüm gün (ve hatta ertesi gün de) “ben ne yaşadım?!” hali yüzümden eksik olmuyor. Daha önce Alvin ile dalış yapmış olanlar bu halimi çok iyi anlıyor; yapmamış olanlarsa büyük ihtimalle tuhaf buluyordur.
Kesin olan şu: Bu dalış, her anıyla, hayatımın en özel deneyimiydi.
ODTÜ DBE ekip arkadaşlarımızın dalış yazıları da takip eden günlerde geliyor. Bizi takip etmeyi unutmayın.
Pasifik’ten selamlar,
Suna Tüzün





