Sözü şimdi Batuhan’a bırakalım:
İnsanlık olarak Dünya’yı keşfetmeye, keşiflerimiz üzerine düşünmeye ve yeni fikirler geliştirmeye, hatalar yapmaya, düzeltmeye ayıracak oldukça uzun vaktimiz oldu. Bu süreçte bir çok şey öğrendik, örneğin ufak bir hata ile Yerküre adını verdiğimiz gezegenin aslında neredeyse dörtte üçünün okyanuslarla kaplı olduğunu öğrendik; neyse ki okyanusların tabanı da kayalar ve çökelmiş kayalarla kaplıydı da ismi değiştirmek zorunda kalmayacaktık. Aşağı yukarı 1 milyon yıldır sürdürdüğümüzü düşündüğümüz (türümüzün tarihi de hevesle aydınlatmaya çalıştığımız, bilmediklerimizden biri) yolculuğumuzda, okyanusların ekosistemin denge durumunda olmasında büyük katkısı olduğunu da keşfettik, soluduğumuz oksijenin yarısı okyanuslarda fotosentez yapan canlılardan geliyordu.
Güneş varsa fotosentez ve yaşam var, ve güneş yoksa yaşam yok; uzun bir süre böyle düşündük. Güneş ışınlarının ulaşamadığı derin denizler yaşam barındırmayan birer çöl olmalıydı. Bu fikrin kemosentezin keşfi ile hatalarımız hanesine doğru yolculuğu hızla sürerken, 1970lerin sonunda çarpıcı bir şey keşfettik insanlık olarak: Okyanusun binlerce metre altında, etrafında yaşam kaynayan hidrotermal bacalar. Buradaki bacalardan tüten, magmaya yaklaşarak ısınmış, mineral içeriği, oksitlenme derecesi, sıcaklığı, asitliği değişmiş olan deniz suyu kemosentez ile besin ve enerjisini üreten mikroorganizmalara gerekli enerjiyi sağlayarak bir besin zinciri başlatıyor; bu besin zinciri de tüp solucanlarından bizim kıyılarda yaşayan uzak kuzenlerini tanıdığımız yengeçlere kadar omurgasızlara yaşam sağlıyordu. İnsanlık yepyeni bir şey keşfetmişti, bildiklerimiz hanesine yepyeni bir şey yazılmıştı. En başta bu bacalar ve çevrelerindeki yaşamın çöldeki vahalar gibi kendi kendilerine yeten ve küresel ekosistemi etkilemeyen sistemler olduğu düşünüldü; o bölgelerde yapılan disiplinlerarası, uzun dönemli izleme çalışmaları ve seferler sayesinde bugün biliyoruz ki hidrotermal baca ekosistemleri küresel ekosistemle bağlantılı, dışarıya enerji ve madde akışı mevcut, bacalar arası gen akışları mevcut. Bu heyecan verici keşifler yanında merak edilen daha bir çok şey var: Dünya üzerinde yaşamın başladığı yer ve koşullar hidrotermal bacaların olup olamayacağı, yaşam burada başladıysa bunun nasıl bir başlangıç olduğu belki de en dikkat çekeni.
RV Atlantis 2’nin East Pacific Rise 9 N’a seferi insanlığın keşif yolculuğunda kesinlikle küçük olmayan bir adım; benim içinse dev bir adım! Geçtiğimiz yıl başlayan deniz bilim yolculuğumda en çok ilgimi çeken konulardan biri derin denizlerde yaşam ve bu yaşamın evrimi olmuştu. Öğrendiğim her yeni şey bende büyük bir heyecan ve kafamda bir çok soru yaratmıştı. Yaklaşık üç gün sonra Kosta Rika Punto Arenas’tan başlayacak sefer benzer soruların ve bu sorular sonucu oluşturulan hipotezlerin sorgulanacağı, bir çok yeni bilginin bildiklerimiz hanesine yazılacağı ve daha bir çok sorunun sorulmasını sağlayacak bir sefer olacak. Bunun yanında, Dünya’nın en donanımlı araştırma gemilerinden birinde, Pasifik’te karadan yüzlerce kilometre uzakta bir kaç hafta boyunca bilimsel çalışmalarda bulunacağım. Bu süreç yeni bir şeyler öğrenmek için bulunmaz bir fırsat. Ve eğer yeterince şanslıysam DSV Alvin isimli, hemen her çocuğun hayallerinin bir köşesinde bulunan küçük denizaltı ile hidrotermal bacaların dünyasına bir yolculuk yapacağım, oraya birinci elden tanık olup örnekler alma fırsatı yakalayacağım. Bu yolculuk sayesinde Mustafa Hocam’ın demirin hidrotermal bacalardan küresel ekosisteme taşınması sorusunun cevabına, bacaların etrafında yer alan canlı topluluklarının genetik yapısını öğrenmeye biraz daha yaklaşacağız.