… Jose Arcadio, yatak odasının kapısını kapar kapamaz evde bir silah sesi çınladı. Kan, kapının altından süzüldü, oturma odasına geçti, sokağa çıktı, inişli çıkışlı yoldan karşıya ulaştı, kaldırımları indi çıktı, Türkler Sokağı’nı geçti, önce sağa, sonra sola saptı. Buendiaların evinin tam karşısına geldi, kapalı kapının altından sızdı halıları kirletmemek için duvar diplerinden dolanarak salona geçti, oturma odasına girdi, yemek masasının çevresinde geniş bir kavis çizdi, begonyalı terasa uzandı, Aureliano Jose’ye matematik dersi veren Amaranta’nın sandalyesinin altından görünmeden süzüldü, kileri geçti, ekmek pişirmek için tam otuz altı yumurta kırmak üzere olan Ursula’nın bulunduğu mutfağa girdi.
Ursula, “Aman Tanrım! Vay anacım!” diye haykırdı.
Kanın geçtiği yoları ters yüzüne izleyerek kilerden geçti, Aureliano Jose’nin üç artı üç artı üçün dokuz ettiğini söylediği begonyalı terastan uzandı, yemek odasını ve oturma odalarını geçip sokağa fırladı, önce sağa, oradan da sola Türkler Sokağı’na saptı, önünde önlük, ayağında terlik olduğunu unutup alana vardı, hiç uğramadığı evin kapısından girdi, yatak odasının kapısının itip açtı, yanmış barut kokusundan soluğu kesilecek gibi oldu, ayağından çıkardığı tozlukların üzerinde yüzükoyun yatan Jose Arcadio’yu buldu ve kan sızıntısının daha şimdiden pıhtılaşmış kaynağının adamın sağ kulağında olduğunu gördü. Jose Arcadio’nun gövdesinde hiç bir yara izi bulamadılar. Silahı da ele geçiremediler. Cesedi barut kokusundan arıtmak da mümkün olmadı. Önce sabunla üç kez fırçaladılar, sonra her yanını tuz ve sirkeyle ovdular, sonra küllü limon suyuyla ovuşturdular, en sonunda bir fıçı küllü suya batırıp altı saat bıraktılar, cesedi öyle ovalamışlardı ki Jose Arcadio’nun dövmeleri solmaya başlamıştı. Hiçbir şey kâr etmeyip de en son çare olarak cesedi karabiber, kimyon tohumu ve defne yapraklarıyla ağır ateşte bir gün kaynatmayı akıl ettiklerinde, ölü kokup çürümeye başlamıştı. Bu yüzden apar topar gömmek zorunda kaldılar. İki buçuk metre boyunda, bir buçuk metre eninde, içi demir levhalarla sağlamlaştırılmış ve çelik cıvatalarla tutturulmuş özel bir tabuta koydular, tabutun ağzını sımsıkı kapadılar. Yine de cenaze alayının geçtiği sokakları barut kokusu sardı. Karaciğeri büyüyüp davul gibi gerilen Peder Nicanor, cenaze duasını yatağından çıkmadan yaptı. Sonraki aylar boyunca mezarın çevresini kalın duvarlarla örüp, sıkıştırılmış kül, talaş tozu ve sönmemiş kireçle harç kardıkları halde, mezarlıktan barut kokusu yıllarca gitmedi.
Gabriel Garcia Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık” s.152-53.