“Eğlenceli” Bilimden “Akıl Çelici” Bilime

Visits: 22

Avrupa Bilim Merkezleri ve Bilim Müzeleri Ağı (ECSITE) tarafından yayımlanan “Spokes”da 3 farklı yazarın katkıda bulunduğu çarpıcı ve bir o kadar katıldığım bir yazı var. Yazarlar okuldaki bilimin sıkıcı olarak tanımlanmasının, okullardaki bu eksikliğin giderilmesinin ümit edilerek bilim müzelerindeki bilimin odağının işin eğlence boyutuna kaymasına neden olduğunu savunuyor. Müzelerin, uzun süreli etkilerini başarabilmesi için ise eğlenceli bilim (fun science) yerine akıl çelici bilim (seductive science) kullanımını öneriyorlar. Tabii ki öncelikle bu “eğlenceli bilim” eğilimin nedenlerinden bahsediyorlar:

  1. Başarı ölçütü olarak ziyaretçi sayısına odaklanılması: Bilimin nasıl çalıştığını göstermeye çalışan bir yerde, sadece ziyaretçi sayısının başarı ölçütü olarak kullanılmasının oldukça şaşırtıcı olduğunu vurgulayan yazarlar, bu tip yerlerin sosyo-kültürel rollerini terk ederek, ziyaretçi sayısına odaklanmasını riskli bulduklarını belirtiyorlar.
  2. Şirket tipi çalışmaların yürütülmesi: Eğer bir şirket işletseydik, müşterilerimize en uygun hizmeti verebilmek için bazı çalışmalar yürütmeliydik. Fakat bilim merkezlerinin ve müzelerinin niteliklerinden biri ziyaretçisine daha önce bilmediği, deneyimlemediği bir bilimsel bilgi/deneyim sunması; durum böyle olunca bilim müzeleri ve bilim merkezlerinin halkın gereksinimlerine yönelik aynı tür çalışmalar yürütmesinin bir ikilem yarattığının altını çiziyorlar.
  3. Bilim merkezlerinin ve müzelerinin “boş zaman mekânları” olarak tanımlanması: Birçok bireyin bilim merkezlerini, faydalanabileceği yaratıcı bir deneyim fırsatı sunan bir mekân yerine; ailecek boş vakitlerini geçirebilecekleri, çocuklarının eğleneceği bir yer olarak tanımladığına vurgu yapıyorlar.
  4. “Brainac” tipi TV gösterimlerinin etkisi: TV gösterimlerinin de genellikle eğlenceli bilimsel gösterilerden oluştuğunu fakat ana amaçlarının seyircilerin bilimle etkileşmesi olmadığını belirtiyorlar.
  5. Okuldaki eğilimlerin etkisi: Öğrencilerin kendini iyi hissetmesi, sınıfta olmaktan keyif alması, kısacası gizli amaç olan öğrenme hazzının oluşturulmasının sağlanması gibi eğilimlerin, birçok öğretmenin eğlenceli bilim sunan bilim merkezlerine sınıf gezisi düzenlemesinin ana nedeni olduğunu düşünüyorlar.

Bilimin sürekli eğlenceli olarak sunulmasının, özellikle bu alanı kariyer olarak seçecek çocuklarda hayal kırıklığı yaratacağını vurgulayan yazarlar, bu kandırma işini terk etmemiz gerektiğini belirtiyorlar. Çünkü hiçbir bilim insanın günlük rutin işini tamamıyla eğlenceli olarak tanımlayamayız. Uzun süren laboratuvar çalışmaları, veri analizleri, kodlama, raporlama, okumalar ve daha nicesi… Bu yüzden bilim için “eğlenceli” kelimesi yerine büyüleyici, hayranlık uyandıran, heyecan verici gibi kullanılabilecek sıfatlar arasından “akıl çelici” nin kullanılmasını önererek; bilim insanlarının sürecin sonunda elde ettikleri sonuçları yorumladıklarında yaşadıkları hazzın kıyaslanamaz zihinsel bir deneyim olduğunu bildiklerini ifade ediyorlar.

Bilime yönelik ilginin artırılması, çocukların içten gelen meraklarının zamanla yok olmasını engellemek, müzelerin cevaplardan çok açık-uçlu sorular sunması, heyecanın anlamlı öğrenmeye dönüşmesini kolaylaştırmak için okul gezilerinin bazı özelliklere sahip olması gerektiğini vurgulayan yazarlar, bu özellikleri beş ana başlık altında toplamışlar:

  1. Birlikte Yapılandırılan Bilim: Bilim merkezlerinin temelini sergiler oluşturuyor. Bu sergi mekânları, öğrencilerin küçük gruplar halinde veri topladığı, doğayı gözlemledikleri, sergi düzenekleri ile etkileşimleri sonucu en ilginç anları yaşadıkları yerler olmalı. Toplanılan veriler daha sonra atölye odalarında, laboratuvarlarda analizlenebilir. Bu esnada öğrenciler arkadaşlarıyla, ebeveynleriyle, öğretmenleriyle etkileşimde bulunabilir; fikirlerini paylaşabilir; kendi çıkarımlarını yapabilirler. Tıpkı gerçek bilimde olduğu gibi…
  2. Hikâyeleştirilen Bilim: Bilimdeki gelişmelerin öğrencilerin kültürleri ile bağlantısının kurulması gerekiyor. Böylelikle öğrencilerin, anlatılanda kendilerinden bir şey buldukları için sunulanı daha iyi özümseyecekleri düşünülüyor. Okyanusa kıyımız olsaydı, küresel ısınmayı daha çok önemserdik herhalde.
  3. Disiplinlerarası Bilim: Anlatılan konu belirli bir bağlam içerisinde verilse de, sanat, matematik vb. diğer alanlarla ilişkisinin kurularak verilmesinin yaratıcılığı geliştireceği düşünülüyor.
  4. Öğrenmeyi Sağlamlaştırma: Müzeler sınıf değil, fakat sınıftaki öğrenmeleri tamamlamak için paha biçilmez mekânlar olarak nitelikleri geliştirilebilir. Nitekim öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu öğrenme gerçekleşmesini ümit ederek sınıf gezisi düzenliyor olabilir. Bunun, yalnızca gezi sonrasında öğrenmeyi destekleyici etkinlikler yapılarak sağlanabiliceği düşünülüyor.
  5. Sakin Bilim: Bilimin kendisinde olduğu gibi, bilim merkezine yapılacak bir sınıf gezisindeki tüm süreçte aceleye getirilmemeli. Bilim aceleyle yapılamayacağı gibi dikkatte uzun süre sürdürülemez. Bunun için bir sınıf gezisi, öğrencilerin dikkatlerinin sürdürülebilmesi için gereken aralara sahip olmalı. Örneğin sabahtan öğlene kadar süren bir sınıf gezisi uygun olacaktır. Hoş geldin karşılamasından sergilerin gezilmesine (koşuşturmadan); eğitmenin konuşma şiddetinden (bağırmadan) yapılan etkinliklere kadar, her şey sakin bir atmosferde gerçekleştirilmeli diye belirtiyor yazarlar.

Evet, yazı çok iddialı olabilir ama haksız oldukları da söylenemez. Yazarların dediği gibi eğer bilim merkezleri ve bilim müzeleri, ziyaretçilere bilimsel anlamda herhangi bir katkı sağlamayacak; bunun yerine eğlenceyi ön plana çıkararak bilim yerine işin şov kısmına ve ziyaretçi sayısını nasıl arttırırıma odaklanacaksa, onlara neden ihtiyacımız var? Eğlence boyutu için parklar ve alışveriş merkezleri yeterli değil mi?