Otizm ve Matematikte Olağanüstülük

Views: 1476

NİSAN AYI OTİZM FARKINDALIK AYI, 2 Nisan dünya otizmliler günü olarak Birleşmiş Milletler Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Biz de bu aya özel olarak otizm ve matematiğin farklı olduğu kadar ilginç, ilginç olduğu kadar halen bilinmeyen ve araştırılan ilişkileri üzerine bir yazı yazmak istedik.

Otizm nedir? Belirtileri nelerdir? Otizmlilerin zekaları nasıldır? Google’a otizmin İngilizcesi “Autism” yazdığınızda yaklaşık 100 milyon sonuç çıktığını görürsünüz ki bu bile otizmin ne kadar önemli bir araştırma alanı olduğunun göstergesidir. Otizmle ilgili en iyi bildiğimiz şey, halen tam olarak neden ve nasıl meydana geldiğini bilmediğimizdir. Tıp, psikoloji, eğitim ve teknoloji alanında çalışan birçok bilim insanının bu alan üzerinde yoğun çalışmaları olduğunu biliyoruz.

Otizm genel olarak 3 yaş öncesinde farkına varılan, sosyal etkileşimde bozukluklarla (örneğin göz teması kurmama, yanıt vermeme vb.), tekrarlayan davranışlar ve ilgi alanlarının sınırlılığı ile karakterize edilen gelişimsel bir bozukluk olarak adlandırılmakta. Bu bireylerin duyusal olarak daha hassas ve tepkilerinin bizden daha farklı olduğunu söyleyebiliriz. Zekâ olarak her zekâ düzeyiyle karşılaşılabilen bir aralığa sahiptir. Yani otizmli bir birey zihinsel yetersizlik de gösterebilir, üstün zekâlı da olabilir. Bu grup içerisinde yüksek işlevli otizmli (YIO) ve Asperger Sendromlu (AS) bireyler genel olarak normal ve normalüstü zekâya sahiptir. İlgi alanlarında, özellikle matematik, müzik, resim gibi kural tabanlı olarak adlandırdığımız alanlarda, çok yüksek performans ya da olağanüstülük gösterebilen YIO ve AS bireyler üzerine bilim insanlarının farklı alanlarda (tıp, psikoloji, eğitim, teknoloji) çalışmaları halen sürmekte.

Peki, YIO/AS grubu neden bu kadar önemli?

Bu sorunun cevabını vermeden önce size olağanüstü olarak tanımlanan başka bir grup çocuktan bahsetmek istiyorum. Bu gruptaki çocuklar, bırakın akranlarını, kendilerinin neredeyse iki katı yaştaki bireylere göre bile, yüksek performans sergileyebilen, sanki öğrenmek ve bizi şaşırtmak için doğmuş insanlar olarak tanımlanabilir. Ruthsatz ve Urbach tarafından 2012 ‘de yapılan bir çalışmaya katılan olağanüstü çocuklardan birkaçının bebeklikten itibaren gelişimini örnek verebilirim. Çalışmaya katılan çocuklardan biri 3 aylık iken ilk kelimesini söylemiş, 8 aylık iken tüm alfabeyi seslendirebilmiş ve 1 yaşında iken okumayı tamamen öğrenmiş. Bir diğeri ise 15 aylık iken tam bir cümle kurarak konuşabilmiş ve 2 yaşında okumayı tamamen başarmış. İnanılmaz değil mi? Bu örneklerin yurtdışında olmasına takılmayın, halen ilgilendiğim ve İzmir’de bulunan bir çocuğun 3 yaşından beri İngilizce ve Türkçe okuyabildiğine ve yazabildiğine bizzat şahidim ve halen kendisiyle çalışıyorum. Ruthsatz ve Urbach tarafından yapılan bu çalışma çok enteresan sonuçlara sahip o yüzden literatürde yerinin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışmada normal gelişim gösteren, olağanüstü ve YIO/ AS bireylerin zekâ ve otizm açısından değerlendirildiğini görüyoruz. Olağanüstü çocukların ortalama zekâ puanlarının hem normal gelişim gösteren hem de YIO/ AS bireylere göre daha yüksek çıktığı anlaşılıyor. Ancak araştırmanın ilginç yanı olağanüstü çocukların otizm değerlendirme testinde elde ettiği sonuçlar oluyor. Otizm değerlendirme testinde ne kadar yüksek puan alınırsa bireyin o kadar çok otizm davranışına sahip olduğu yani otizmli olduğu değerlendirilen bir yapısı vardır.

Olağanüstü çocuklar, normal gelişim gösteren bireylerden daha fazla otizm davranışına sahip olduğu ama YIO/ AS bireylerden daha az otizmli davranış gösterdiği saptanmıştır. Bu sonuç neden önemli? Bizi hayretler içerisine düşürecek performansa sahip bireylerin (mesela Einstein, Mozart vb.) olağanüstülüklerinin otizm sınırına ne kadar yakın olduğunu göstermesi açısından çok şaşırtıcıdır. Bir diğer sonuç bize şunu gösteriyor: Olağanüstü olarak adlandırdığımız bireylerin üç alanda çok üstün olduklarını görüyoruz. Bu üçlü, olağanüstü bir birey için bir tür tanımlama sayılabilir: Yüksek genel zekâ puanı, farklı ve hızlı çalışan bir hafıza, detaylara olan dikkat ve merak.

Şimdi de size olağanüstü olarak tanımlanan ve aynı zamanda otizm tanısı bulunan Jake Bamett’ in hikâyesini anlatacağım.

Jake Barnett, normal doğum sonucu dünyaya gelmiş ve 2 yaşında ailesi ile göz temasını kesmiş ve hiç konuşmamaya başlamış. Aile birçok uzmana danışarak sonucu otizm olan bir tanılama sürecinden geçmişler. Bir süre sonra Jake’in ilgi alanının sayılar olduğunu fark etmiş ve uzmanların yönlendirmesi ile 3 yaşında gözlem ve matematik becerilerine yönelik çalışmalar yapmışlar. Jake okul döneminden önce okuma-yazma becerisine sahip olmuş ve ilkokulda yüksek matematik becerisinden ötürü üniversiteden destek eğitim almaya başlamıştır. İlkokul 5. sınıfa geldiğinde okulu kendisine bir şey sağlamadığı için bırakmaya karar vermiş. 6. ve 12. sınıf arasındaki tüm matematiği 2 haftada öğrenerek bu sınıf aralığındaki tüm matematik derslerinden geçmiş ve yaklaşık 1 yıl içerisinde 6. ve 12. sınıf arasındaki tüm dersleri vererek 11 yaşında liseyi bitirip üniversiteye kabul almış. Az önce bahsettiğimiz olağanüstü çocukların özelliklerine sahip Jake, inanılmaz bir hafızaya sahip olduğunu her seferinde gösterebiliyor. Pi sayısı sonsuz ve tekrar etmeyen sayılardan oluşan bir ondalık açılıma sahiptir. Pi sayısının ondalık kısmının 2oo’den fazla basamağını ileri ve geri sayabiliyor ya da karışık şekilde 1 dakika içerisinde söylenen 30 tane şehrin ismini ileri ve geri anında sayabiliyor, hatta bunu 3 ay sonra bile tekrar etmeden yapabiliyor! Kendisine sorulan “Her şeyi hatırlıyor musun?” sorusuna verdiği yanıt gerçekten önemli. “Hayır, her şeyi değil sadece matematikle ilgili her şeyi hatırlıyorum! Ve bununla çok eğleniyorum” diyor. Aynı görüşmede “Astronot olmayı ister misin?” sorusuna, “Ben tehlikeli işler yapmayı sevmiyorum, astronotları kontrol eden olmayı yeğlerim.” cevabını veriyor. Röportajda “Otizmli olman hakkında ne dersin?” sorusuna “Otizmli olmaktan gurur duyuyorum, beni farklı kılan ve şu an yaptıklarımı yapabilmemi sağlayan şey o” cevabı ile bize fırsat sunulan her çocuğun başarabileceğini ispatlıyor. Jake Barnett 10 yaşında iken uluslararası alanda önemli bir fizik bilim dergisinde bilim makalesi yayınlanan ve bilim dünyasında yaş olarak bunu yapabilen en genç kişidir. Bu röportaj sırasında 11 yaşında olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

Matematikten bahsetmeden devam edemeyiz. Çarpma işlemi sizce kaç yıllıktır? 100, 200 ya da 1000? Yaklaşık 2500 yıllık olduğunu söyleyebiliriz hatta daha eski olması mümkündür. Yaptığınız çarpma işlemlerini düşünün ya da çarpım tablosunu çocuklarımıza öğretirken nasıl zorlandığımızı hatırlayın. Şimdi size bir soru soralım aşağıdaki çarpım işleminin sonucu kaçtır?

2×3=?

Hemen cevap verdiniz tabii ki sonuç doğrudur. Ancak Jake’in bakış açısı bu noktada inanılmaz! Jake, şekillerin köşelerini sayarak yeni bir çarpım modeli geliştirmiş hem de bunu yaşı 11 iken başarmıştır. Jake’in modelinde her şekil ve o şeklin köşeleri bize bir sayıyı temsil ediyor mesela üçgen 3, kare 4, düzgün beşgen 5 ‘i.

Üçgen bize köşelerini saydığımızda 3’ü temsil ediyor.  2×3=? sorusu ise 2 tane üçgenin çarpımı yani; (şekilleri açılı üst üste koyuyoruz)

 

Köşeleri saydığınızda sonucu 6 olarak buluyorsunuz. Aynı şeyi diğer sayılar için yapabilirsiniz. Mesela 3×4 için 3 kareyi açılı olarak üst üste koyduğunuzda köşelerinin 12 yaptığını görüyorsunuz. Jake’in yöntemi çarpmayı doğrudan görselleştiren, çarpma işlemini ve sayılar ilişkisini ortaya koyan yapısıyla bizi çok şaşırtan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Jake bu yöntemi 11 yaşında, bu işlemi binlerce yıl kullanan bize farklı bir şekilde olağanüstülüğü ile sunabiliyor.

Bunu yapabilmesinin önemli detaylarından biri Jake’in farklı bir eğitim alması ve var olan kendi eğitim sisteminin ona yol göstermesi. Ülkemizde zihinsel yetersizliği bulunan bireyler farklı yaşlarda okula devam edebiliyorlar. Örneğin zihinsel yetersizliği bulunan bir birey 9 yaşında ilkokul 1′ e başlayabilir ve eğitimini alabilir. Ancak aynı durum potansiyeli yüksek olağanüstü çocuklara neden sağlanmıyor? Mesela bir çocuk neden 3. veya 4. sınıf için sınava girip kendini ispatlayamıyor? Mesela ülkemizde üniversiteye girmek için yaş zorunluluğunun olması yani 18 yaşında olma mecburiyeti var. Jake ise 18 yaşında üniversite eğitimini bırakın şu an doktora öğrencisi olarak eğitimini gerçekleştirebiliyor. Potansiyelimizin çok yüksek olduğunu ve Jake gibi birçok cevhere sahip olduğumuzu birebir gören bir kişi olarak, bir öğrenci bir alanda yüksek başarı yakalamış, üst becerilere daha önceden sahip olabilmiş ise aynı Jake gibi eğitim sistemi içinde fırsatlar sunmalı mümkünse üst sınıflarda eğitimler, üniversiteye geçiş ve çeşitli destek eğitimlerini ülkemizde de alabilmelidir. Böylece farklılıklara fırsatlar sunmalı, toplum olarak farkındalığımızı bireylerin özelliklerini inceleyerek artırmalıyız. Otizmli bireyler çok özel ve gerçekten toplumumuzda farkındalığının arttırılma çalışmalarının yoğun olması gereken alanlardan biri. İsterseniz otizmli bireylerle gerçekleştirdiğimiz “Otizmle Dans” projesini www.otizmledans.com  sitesinden inceleyebilirsiniz. Çok şey öğrendiğim projede bizimle çalışan tüm arkadaşlarıma ve öğrencilerimize teşekkürler. Bunun yanında Google’a “İZOT Konseri” yazmanızı çok isterim. Ayrıca bir gün mutlaka bu konserlerden birine katılırsanız farklılıkları sizi hayretlere düşürecektir.

Matematik yapmak aynı Jake gibi olayı derinden kavramak ve anlamlandırmaktır ve bunun için deha ya da olağanüstü olmanız gerekmez. Çocuklara düşünme fırsatı verin, onlar size zaten buluşları ile sonuç verecektir. Matematikle ve sevgiyle kalın!


Yazar: Yrd. Doç. Dr. Burak Karabey, Popular Science Türkiye, Nisan 2017, s.24-25.

Sevimli Görünen Şeyleri Neden Severiz?

Views: 541

İnsanlar, cinsiyetleri ne olursa olsun sevimli görünen şeylere duygusal açıdan daha fazla bağlanıyor. Hatta bunun bir canlı olmasına bile gerek yok. Sadece diğerlerinden daha sevimli bir görüntüye sahip olduğu için çok satılmış otomobiller bile var. Öyleyse hepimizde bulunan bu eğilimin bir sebebi olmalı. Aslında bu sevgimizin altında yine türümüzün devamlılığı için duyduğumuz dürtü yatıyor. Sevimli şeylere çekiliyoruz çünkü örneğin bebekleri sevimli bulmasak belki de kimi zaman onlara katlanmamız mümkün olmayabilirdi. Bu konudaki zaafımız bebeklerle ilişkimizde bizi daha hassas ve daha fazla sorumluluk sahibi olmaya zorluyor. Yani sevimli görünen şeylerin bir tür doğal yaşam sigortasına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Hatta araştırmalar insanların sadece kendi türündeki bebeklere değil, tüm canlıların yavrularına karşı aynı duyarlılığı sergilediğini gösterdi. İşte bu nedenle sevimli görünen şeylere karşı bir yatkınlığımız var. Zaten sevimlilik kriterleri de yine minik yavrulardan yola çıkarak oluşturduğumuz şeyler: büyük gözler, vücuda oranla büyük görünen bir kafa, tombul yanaklar gibi belirteçler beynimize “sevimlilik göstergesi” olarak kazınmış. Bunlarla karşılaşmak, beynimizde mutluluk ve coşku hissiyle bağdaştırılıyor ve bu hisleri yaratan salgılar ortaya çıkıyor. Aynı esnada beyinde bulunan glutamat alıcıları, hiçbir sebep yokken ödül ve eğlence beklentisine ait bilişsel devreleri harekete geçiriyor. Bu da sonuçta sevimli şeylerle karşılaştığımızda çok daha iyi hissetmemize sebep olup, onları sıkça görmek istememizle sonuçlanıyor.


Yazar: Tuna Emren, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.94.

Sayılarla yapılan işlemleri başka bir şekilde öğretmek mümkün!

Views: 584

Sayıları öğrenebilmek ve onlarla işlem yapmak aslında matematiğin başlangıç noktasıdır ve bizim okul hayatımız boyunca matematikte geliştirdiğimiz ilk adımlardır diyebiliriz.

Sayı kavramı ile yapabildiklerimizden bazıları: çoklukları gösterme, sıralama, ölçme, karşılaştırma, şifreleme, telefon numaraları, banka hesaplarımız ve geometrik olarak meydana getirme (mesela mimari alan) gibi günlük hayatımızda birçok yerde karşımıza çıkar. Çocuk yaşlardan itibaren öğrendiğimiz bazı matematiksel işlemler: toplama, çıkarma, çarpma, bölme, karekök alma, faktöriyel (verilen sayıya kadar sayıları çarpmak ve işareti “!” örneğin 4! = 1.2.3.4 =24), logaritma vb. olduğunu söyleyebiliriz.

Sayıları nasıl öğretiyoruz ve işlem yapmayı öğrenemeyen, sevmeyen, istemeyen çocuklar nasıl ortaya çıkıyor? Çok mu zorluyoruz ya da matematik çok mu zorlu? İlkokul hayatı boyunca matematikte sıkıntı çekmeyen çocuklar, neden ortaokulda ya da lisede işlem yapamaz hale geliyorlar?

Sayıları neden öğreniriz sorusunun cevabı çok temeldir. İşlem yapmak için öğreniriz ve bu işlemler bizim doğa ile iletişim kurma ya da tasarımda bulmamızı kolaylaştırır. En güzel örnek arasında serbest düşme denklemi yer alır. Galileo’nun bu denklemi bulma yöntemi çok basit ve bir o kadar şaşırtıcıdır ki bizce kesin araştırmalısınız. Denklem şöyledir:

h = ½ gt2

bu basit denklemde t zamanı, g ise yer çekimi ivmesini gösterir ki bunlar sayesinde biz serbest düşen herhangi bir cismin herhangi bir andaki aldığı yolu, hızı ve ivmesini bulabiliriz. Peki, bunu yapmak için ne bilmemiz gerekir? Sayılar ve işlem. İşte tam bu noktada şöyle bir sıkıntı ortaya çıkar: yaptığı işlemin anlamını tam bilmeyen bir çocuğun, gelecekte öğreneceği serbest düşme denkleminden anlayacağı ya da öğreneceği ne kadar kalıcı olabilir?

Farklı sınıf düzeylerinde ilkokullarımızda okutulan ya da çözdürülen, matematik kitabı veya (maalesef ilkokulda bile) test kitabınızı elinize aldığınızda sayılar ve işlemlerle ilgili soruların aşağıdaki örneklere benzer olma olasılığı çok yüksektir.

7+8=?             12+3=?           9+6=?             2+13=?           (23+18)x2=?

11×12=?         140:4=?                      120-30×4=?

“Bunları çözmek gerekli değil mi?” sorularına genelde cevabım şudur: tabi ki gerekli ancak bu şekilde tek yönlü olması yani rutin bir şekilde gerçekleştirilmesi, bireyin işlem yaparken strateji geliştirmemesine fırsat vermemekte ve matematiği isteyerek/eğlenerek öğrenmesine genelde engel olmaktadır. Bunu anlamak için çok kolay bir deneme ile şu soruyu çocuklara, öğrencilere, arkadaşlarınıza hatta kendinize sorabilirsiniz:

63×23+23×37=?

Genellikle bu soruya verilen cevap hep aynıdır. Sorduğunuz insanların işlem stratejisi çoğunlukla ilk ikisini çarpmak, sonra diğer ikisini çarpmak ve çıkanları toplamaktır (işlem sırasında öncelik çarpmadadır). Aslında hepimizin yıllarca okullarda ders alarak öğrendiği, sorular çözdüğü ve test kitapları devirdiği matematiksel işlemlerin özellikleri nedense kullanılmaz. Mesela bu soru için:

23×63+23×37= 23x(63+37)=23×100=2300

Özelliklerini kullanarak yani çarpmada yerleri değiştirme ve parantez alma gerçekleştirerek, sonucu daha kolay elde edebilirdiniz. Peki, neden bizim, çocuklarımızın ya da arkadaşlarımızın ilk olarak aklına gelen bu özellikler olmuyor? Hem de öğrenmemiş olmamıza rağmen!

Yukarıdakine benzer olarak, aynı tür ve tek bir strateji ile adeta makine gibi soru çözmek, ilişkileri, kolaylıkları ya da yeni stratejileri geliştirmemize genelde engel oluyor. Doğal sonucu olarak; matematik, sıkıcı bir işlem ve hesaplama yükü olarak görülmeye başlanıyor. Bunun arkasından velilerimizden gelen yakınmalara örnek olarak “Bizim çocuk çarpım tablosunu hala bilmiyor hocam ne yapacağız?” şeklinde oluyor.

Bu tür yakınmalardan kurtulmanın yolu, bireyin matematik yapmasını sağlamak! Matematik yapmak için de düşünmeli, kendi içinde özümsemeli ve matematikte farklı ilişkileri KENDİSİ keşfetmeli. Bunun için size matematiğin en enteresan örneklerinden birini yapmanızı tavsiye ederim. Hatta genel olarak matematiği öğrenirken sorgulatan bir yapı kullanmanızı da sağlayacağından eminim.

Dört tane 4 kullanarak tüm sayıları matematikte yazabiliyoruz desek? İnanılmaz ama gerçekten mümkün! Matematikte tanımlı temel işlemleri kullanarak bunu yapabiliyoruz. Toplama, çıkarma, çarpma, bölme, yüzde alma, karekök alma, faktöriyel, paranteze alma gibi bildiğiniz tüm matematik işlemleri ile şaşırtıcı bir şekilde bu mümkün ve tüm doğal sayıları (Doğal sayılar: 0, 1, 2, 3…) birçok farklı yöntem ile elde edebiliyorsunuz. En sevdiğimiz yanı da bu zaten, farklı yöntemlerle bulabilmek!

Mesela sıfır elde etmek için birkaç yol;

Dört tane 4 alarak başlıyoruz: 4 4 4 4

4 + 4 – (4+4)=0

4÷4-4÷4=0

Peki, şimdi başka sayılar elde edelim:

(4÷4)÷(4÷4)=1

4-(4+4)÷4=2

(4×4-4)÷4=3

4+4-4÷4=7

4÷4+4+4=9

0,1,2,3,… hatta sonsuz! Doğal Sayıların hepsini matematikte temel işlemler kullanarak elde edebiliyoruz. Bu şekilde işlemlere bir renk katmış olmaz mıyız? Öğrenenlerinin her birinin farklı yöntemlerle sayıları elde etmeye çalışması, onları işlem yaparken daha yaratıcı kılmaz mı? Farklı stratejileri gerçekleştirip düşünmelerini ve matematiğe bakış açılarını değiştirmez mi? Bizce bunların hepsi, rutin bir matematik eğitimi gerçekleştirmeden yapılabilir. Ama bunun için matematiğin bir yük olarak değil, öğrenilmesi hatta uğraşılması gereken bir düşünme sistemi olarak görülmesi gerekiyor. Özellikle matematiğin bu şekilde anlaşılabilmesi için, öncelikle okul idarecileri, öğretmen ve ailelerin var olan otomatik/düşünmeden ya da tek tip düşündüren soru çözme hastalığından kurtulması gereklidir.

Yazımın içerisinde ve tüm konuşmalarımda hep kullandığım “düşününüz”ü bırakmadan, beynin yaşlanmasını engellemenin en kolay yolu olan “Matematik düşünmekle ve yapmakla” kalın!

Not: Merak edenler için kitap önerisi: Alex Bellos, Can you solve my problems?


Yazar: Yrd. Doç. Dr. Burak Karabey, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.16-17.

Akşam 20.00’den Sonra Yenen Yemek Daha Mı Çok Kilo Aldırır?

Views: 68

İnsanların bir kısmı gündüz saatlerini daha çok severken, bir kısmı da çeşitli sebeplerden ötürü geceleri daha aktif oluyor. Yemek saati de uyku düzenine bağlı olarak değişebildiğinden herkesin akşam yemeğini 20.00’ye kadar yemiş olması beklenemez. Örneğin çeşitli Avrupa ülkelerinde akşam yemeği saati 20.00’yi geçiyor ve aynı ülkelerde obezite sorununda herhangi bir artış olmadığı gibi, yemek saati erken olan kimi ülkelere kıyasla (örn; ABD) bu sorun çok daha az yaşanıyor. Yani geç yenen yemekle ilgili genel bir sağlık standardı bulunduğunu söyleyemeyiz. Akşam yemeği saatine etki eden en önemli faktörlerden biri uyku düzeni. Eğer uykusuzluk çekiyor ya da uykunuzu yeterince alamıyorsanız daha fazla yeme ihtiyacı oluşur. Columbia Üniversitesi’nde yapılan araştırma, günde 4 saatlik uykunun, 9 saatlik bir uykuya oranla ortalama 300 kalorilik fazladan enerji ihtiyacı doğurduğunu gösterdi. Ve bu fazladan enerji ihtiyacını genelde yağ oranı yüksek yiyeceklerden karşılıyoruz. Bunun yanı sıra Northwestern Üniversitesi araştırmacıları da akşam 20.00’den sonra yeme alışkanlığı olan bireylerin, aynı oranda kalori tüketseler dahi daha erken yiyenlere göre daha fazla kilo alabildiklerini gösterdi. Ama bu sonuçlar herkes için geçerli değil; uyku düzeniniz vücudunuzun ritmini değiştirip akşam yemeğini daha geç saatlerde yemenize uygun hale getirdiyse sorun yok. Aksi takdirde uyumanız gereken saatte yediğiniz için vücut saatiniz metabolizmanızı bu duruma göre uyarlayamıyor.


Yazar: Tuna Emren, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.92.