Farklı Renkteki Yumurtalar Gerçekten Farklı Mı?

Visits: 190

Yumurtalar pek çoğumuz için kahvaltının ve hamur işlerinin vazgeçilmezidir. Kahvaltılık alışverişi için markete gittiğimizde çeşitli yumurta seçenekleri ile karşılaşırız. Organik yumurta, çift sarılı yumurta, büyük yumurta, daha küçük yumurta, kahverengi yumurta, beyaz yumurta gibi birçok seçenek arasından birini almaya karar veririz. Peki, yumurtanın kabuk renginin yumurta seçimimizde ne kadar etkili olduğunu düşündünüz mü hiç? Hatta ondan da önce, yumurta kabuk renklerinin neden farklı olduğunu?

Kahverengi yumurtaları poğaçalarda kullanmak daha uygunken, keklere beyaz yumurtalar iyi gider. Kahverengi yumurtaların besin değeri yüksekken, beyaz yumurtalarınki daha azdır. Buna karşın beyaz yumurtalar daha uzun süre dayanabilirken, kahverengiler daha kısa zamanda bozulur. Kahverengi yumurtalar… Yok yok, daha fazla devam etmeyeceğim. Çünkü kahverengi ve beyaz yumurtaların farkına dair yazdıklarımın hepsi aslında birer efsane. Şimdi gelin, yumurtaların rengiyle ilgili gerçeklere bir bakalım.

Öncelikle farklı renkteki yumurtaların besin değerleri ve tatları arasında bir fark yok. Çünkü yumurtaların lezzeti kabuk rengiyle değil tavuğun neyle beslendiği ile ilgili. Kabukların kalınlığına gelirsek, yumurtaların kabuk kalınlığı tavuğun yaşına göre değişir. Buna göre genç tavukların yumurtası genellikle daha serttir. Bu durum farklı renkteki tüm yumurtalar için geçerlidir.

Peki, yumurtaların rengi nereden gelir? Yumurtanın kabuğunun rengi tavuğun cinsine bağlıdır. Bu da tavuğun kulakçık rengiyle ilgilidir. Ancak şunu hemen belirtelim ki kulakçık rengi tavuğun tüy rengiyle aynı olmak zorunda değil. Kulakçık rengini, tıpkı insanların deri rengini belirlediği gibi kalıtsal özellikler belirler. Buna göre beyaz yumurtalar genellikle açık renkli ya da beyaz kulakçığı olan tavuklardan çıkarken; kahverengi yumurtalar kırmızı kulakçıklı tavuklar tarafından yumurtlanır. Uzun lafın kısası, yumurta alırken görüşüne aldanmamak gerekir.


Yazar: Pınar Dündar, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 2017, s.63.

Acıkınca Neden Sinirleriz?

Visits: 80

Yediğimiz besinlerde bulunan karbonhidrat, yağ ve proteinler sindirim sürecinde yapı taşlarına ayrılır ve yaşamımız için gereken enerji bu yapı taşlarından sağlanır. Ancak en son yediğimiz andan itibaren bu yapı taşlarının kandaki oranı yavaş yavaş azalmaya başlar. Bunlar arasında özellikle karbonhidratın yapı taşı olan glikoz, beynimizin işlevlerini yerine getirmesi açısından çok önemlidir.

Uzun süre aç kaldığımızda vücudumuzun direnci azalır. Kandaki şeker seviyesinin düşük olması dikkatimizi toplamamızı zorlaştırır, hatta kimi durumlarda konuşurken sözcükleri karıştırmamıza neden olur. Bunların yanı sıra beynimiz, kandaki glikoz miktarını yükseltmek amacıyla bazı organlara hormon salgılamaları için emir verir. Bu hormonlar arasında stres hormonu olan adrenalin de vardır. Adrenalin yaşamımızın tehlikede olduğu durumlarda savaşma ya da kaçma kararı vermemizde etkili olan bir hormondur. Acil durumlarda insanların birbiriyle yüksek sesle konuşmasında bu sıra dışı durumlardaki adrenalin salgısı etkilidir. Ayrıca açlık sırasında beyne salgılanan nöropeptid Y adlı kimyasal da beyindeki farklı almaçlara (algılayıcılara) etki ederek açlık ve öfke durumlarının düzenlenmesinde görev alır.

Tüm bu etkenler toplumsal kabullere uygun bir biçimde davranmamızı zorlaştırır. Sonuç, genellikle başkalarını terslemek, olmayacak şeylere kızmak şeklinde ortaya çıkar. Üstelik aç kalma süremiz arttıkça bu tür duygusal tepkilerimizin yoğunluğu da artar.


Yazar: Pınar Dündar, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 2017, s.62-63.


“Az Uyuyunca Neden Acıkırsınız?”: http://www.bbc.com/turkce/haberler-39888595

SUSUZ BEDEN

Visits: 111

Vücudumuzun %55-65 kadarını oluşturan su, beynimizin düşünmesine, kanımızın akmasına, kaslarımızın hareket etmesine yardım eden çok önemli bir kimyasal madde. Peki ya yoğun bir bisiklet antrenmanında ter attığınızda, bütün günü plajda geçirdiğinizde ya da susuzluğunuzu görmezden geldiğinizde neler oluyor? Dehidrasyonun [Susuzluk] etkisi herkeste farklı. Ne kadar egzersiz yaptığınıza, ortam sıcaklığına, normalde ne kadar terlediğinize bağlı olarak değişebiliyor fakat tehlikeli etkileri anında görülebiliyor.

  1. Aşama: SUSUZLUK – Su kaybı vücut ağırlığının %2’si.

77 kiloluk bir insanda bu kabaca yarım litreye denk geliyor. Sıcak bir odada hiç su içmeden bir saat kickbox çalışarak bu kadar su kaybedebilirsiniz. Etkileri: Susuzluk baş gösterdiğinde vücudunuz geri kalan tüm neme sımsıkı sarılıyor. Böbrekleriniz mesanenize daha az su gönderince idrarınızın rengi koyulaşıyor. Daha az terliyorsunuz, o zaman da vücut sıcaklığınız artıyor. Kanınızın kıvamı değişiyor, daha yoğun bir hal alıyor. Oksijen düzeyini koruyabilmek için nabzınız hızlanıyor.

  1. Aşama: BAYILMA – Su kaybı vücut ağırlığının %4’ü.

77 kiloluk bir insanda bu 3,1 litreye tekabül ediyor. Aşırı sıcakta hiç su içmeden üç saat boyu pedal çevirmekle ya da iki gün susuz kalmakla kabaca eşdeğer. Etkileri: Kanınız o kadar yoğunlaşmış ki kan dolaşımında azalmaya, bu da teninizin buruşmasına yol açıyor. Tansiyonunuz düştüğünden bayılma riskiniz artıyor. Artık neredeyse hiç terlemiyorsunuz, ter gibi bir serinleticiden yoksun kalınca da aşırı sıcaklamaya başlıyorsunuz.

  1. Aşama: ORGAN HASARI – Su kaybı vücut ağırlığının %7’si.

77 kiloluk bir insanda hemen hemen 5,5 litreye karşılık geliyor. Bu kadar ter yitirmek için sekiz saat boyunca hiç su içmeden yoğun yoga yapmanız gerekir. Etkileri: Vücudunuz artık tansiyonu korumakta zorlanıyor. Hayatta kalmak için de hayati olmayan organlara, örneğin böbreklere ve bağırsaklara kan akışını yavaşlatıyor. Bu da organ hasarına yol açıyor. Kanınızı süzecek böbrekler olmadan hücresel atıklar hızla birikiyor. Resmen bir bardak su bulamazsanız ölecek haldesiniz.

  1. Aşama: ÖLÜM – Su kaybı vücut ağırlığının %10’u.

77 kiloluk bir insanda 7,7 kiloya eşdeğer. Beş gün boyunca hiç su içmemekle veya 32 derece sıcaklıkta 11 saat durmaksızın koşmakla aynı şey. Etkileri: Hemen su içmeniz gerek. Dışarısı sıcaksa, kontrolden çıkmış vücut sıcaklığı hayati organlarınızın aşırı ısınma riskiyle karşı karşıya kalması demek. Bu durumda muhtemelen karaciğer yetmezliğinden öleceksiniz. Ama dışarısı normal sıcaklıktaysa, kanınızda toksik maddeler birikecek ve adli tıp raporuna böbrek yetmezliğinden öldüğünüz yazılacak.


Yazar: Claire Maldarelli, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.36.

Bir Şey Okurken Neden Uyuya Kalırız?

Visits: 3786

Uzmanlara göre bir şey okurken uyuyakalmanın pek çok nedeni olabilir. Örneğin, kitap okumayı genellikle akşam saatlerine ya da yorucu, enerji gerektiren etkinliklerin ve işlerin sonrasına bırakırız. Bu anlar aynı zamanda büyük olasılıkla yorgun hissettiğimiz anlardır. Derken, rahat bir koltuğa oturur ya da yatağımıza uzanır, kitabımızı okumaya başlarız. Bir yandan vücudumuzun rahat bir konuma geçmesi ve kaslarımızın gevşemesi, diğer yandan yorgunluk uyku için gerekli ortamı hazırlamış olur. Bir de elimizdeki kitap sürükleyiciyse kendimizi kitabın hayal dünyasına kaptırır, kaygı ve sıkıntılarımızdan uzaklaşmış olarak uykuya geçeriz.

Okurken uyuyakalmamıza yol açtığı düşünülen bir diğer neden ise gözlerimizin sayfanın bir yanından diğer yanına düzenli olarak gidip gelmesi ve bu sırada beynimizin sözcükleri anlamlandırmaya çalışması. Göz kaslarımızın ve beynimizin yorulmasına neden olan bu durumun da bizi dinlenmeye, dolayısıyla uyuma yönlendirdiği düşünülüyor.


Yazar: Pınar Dündar, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 2017, s.62.


Bu yazıya ek olarak ben de şunu merak ediyorum: yatmadan önce okunan kitaplar, çocuklarımızda “kitap sadece uykuya dalmak için kullanılan bir araç” algısı yaratıyor olabilir mi? Bu alışkanlık haline geldiği için 100 sayfalık bir kitap bir türlü bitmek bilmiyor olabilir mi? Ne dersiniz; sabahın erken saatlerinde çocuklarımız uyandığında ya da kahvaltılarını yaparken kitap okumamız/okutmamız, daha verimli bir kitap okuma alışkanlığı kazanmalarını sağlayabilir mi?