Kendi İdrarını İçmek Nasıl Bir Şey? Şerefe!

Visits: 113

Jeff Williams, NASA Astronotu ve uzayda en çok kalan ABD’li unvan sahibi

Dünya’da her suyun tadı aynı değildir. Bazısı lezizdir, bazısı da içindeki mineraller ya da metallerden yüzünden ağzınızda kötü tat bırakır. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaysa (UUİ) geri dönüştürülmüş ter ve idrar içtiğimiz halde durum böyle değil. Suyun hiçbir sıra dışı tadı ya da kokusu yok. Hem su hem de suyla yaptığımız içecekler tutarlı bir şekilde enfes oluyor. İstasyonda atık su arıtma süreci Dünya’nın doğal su döngüsünden daha farklı değil. Dünya’da su akıyor, buharlaşıyor, bulutlara dönüşüyor ve yağıyor. Gezegenin su döngüsü kirli bulduğumuz suyu içilebilir suya dönüştürüyor. UUİ’nin sistemleri de aynısını yapıyor. Suyu hemen her gün test ediyoruz, o yüzden içme suyumuzun temiz olduğu konusunda içimiz rahat. NASA’nın bu konudaki standartları çok sıkı. Sürekli şakasını yapıp duruyoruz ama aslında içme suyumuzun eskiden ne olduğunu pek düşünmüyoruz. İstasyonda şu ana kadar 55 kişiyle görev yaptım; içlerinden birinin bile suyu içmekte tereddüt ettiğini görmedim. Biz Rusların idrarını içiyoruz, onlar da bizimkini.


Yazar: Sarah Fecht, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.84.

Tramvay İkilemi

Visits: 620

BİLİM TARİHİ, Albert Einstein’ın “düşünce deneyi” olarak isimlendirdiği (Gedankenexperirnent), hayali bir senaryodan ibaret olup, içinden çıkılması zor olan entelektüel bilmecelerle dolu. Bunlar önemli sorunlara ışık tutan bilmeceler. Çözüm bulabilmemiz için derinlemesine düşünme mekanizmasını harekete geçirmemiz gerekiyor. Einstein’ın, kendisini özel görelilik kuramına yönlendirmiş olan ışık demetini takip etme hikâyesi ve Erwin Schrödinger’in zalimce tasarlanmış bir kuantum mekaniği kutusunda hapsolup sonsuza dek hem ölü hem de canlı kalabilen zavallı kedisi bu bilmecelerin en ünlüleri. Schrödinger’in kedisi, dalga mekaniği ve ölçümler arasındaki karmaşık etkileşimi vurguluyordu.

Tramvay ikilemi de ahlaki seçimlerimizi sorgulatan bir düşünce deneyi. İkilemin çeşitli tasvirleri olsa da şöyle özetleyebiliriz: Yokuş aşağı hızla yol alan tramvay bir düğüm noktasına varır. Önündeki yol ikiye ayrılıyor; soldakine girerse raylarda takılı kalmış bir insan var, sağdakine devam ederse bu kez beş kişiye çarpacak. Tramvayın yolunu değiştirebileceğiniz makas hemen yanı başınızda duruyor. Tramvayın freni arızalı. Kolu çekerek sağa ya da sola yönlendirme şansınız var. Bunu yapar mıydınız? Peki ya raylarda duran o insanlar hakkında daha fazla şey biliyor olsanız? Belki solda tek başına duran kişi ufak bir çocuk ve diğer beş kişi de yaşlı insanlar olsaydı? Ya da belki tek başına olan kişinin bir çocuğu olduğunu ve diğerlerinin de bekâr olduğunu bilseniz? Bu farklı senaryolar sonucu nasıl değiştirir? Neye göre karar verirdiniz? Bunlardan hangisine daha çok değer veriyorsunuz?

Bu, ilginç bir düşünce deneyi olmanın da ötesinde. Artık karar alma sorumluluğunu makinelere ve onları yöneten yazılımlara yükleyip sırtımızdaki bu yükten kurtulduğumuz bir çağda yaşıyoruz. Fakat yazılımcılar ve mühendislere büyük bir iş düşüyor. Onlar da git gide artan bir sorumlulukla, makinelerin ölüm-kalım meselelerine dönüşmesi mümkün olan mühim sorunları halletmesini sağlarken, uyguladıkları tüm işlemlerin sonuçlarıyla yüzleşmek zorundalar. Karar alma mekanizması mutlaka bir değerlendirme sisteminin sonucunda ortaya çıkar. “Fayda fonksiyonu” denilen bu süreç vasıtasıyla neyi, hangi sebepten ötürü seçeceğimize karar veririz. Biri mutlaka diğerine oranla daha büyük bir kazanca ulaşmamızı sağlar. Bu bazen açıkça ortadadır, bazen de deneme-yanılma yoluyla hareket etmek zorunda kalırız. Örneğin beğendiğiniz iki çift ayakkabıdan hangisini satın alacağınıza karar verirken olasılıklara dayanan hesaplar yapar ve beklentilerinize göre hareket edersiniz.

Ancak bazen söz konusu seçim çok daha büyük bir önem taşır. Belirli bir konuda, önünüzde iki farklı veri varsa hangisini seçeceksiniz? Yazılımı oluşturan değerler şimdi sizin kendi değerlerinizi şekillendirmenizle sonuçlanacak. Ve verdiğiniz karar sadece sizi değil, toplumu da etkileyecek. İşte bu durumda kalınca vereceğiniz kararla alınacak olan risk çok daha büyük. Tramvay ikilemi, bir ölüm-kalım meselesi karşısında mevcut programımıza hâkim olan değerler sistemini görmemizi sağlıyor. Yakın gelecekte sürücüsüz hareket eden tramvay, kamyon ve otomobillere sahip olacağız. Bunların da bazı kararlar vermeleri gerekecek: Emniyet şeridinde giden bisikletli gence mi çarpayım, yoksa ileride durmakta olan lüks otomobile mi? Yazılan algoritma neye dayanarak, hangi kararı alacak?


Yazar: Daniel Rockmore, Matematik ve Bilgisayar Bilimleri Uzmanı; Dartmouth Koleji Neukom Bilgisayar Bilimleri Enstitüsü Yöneticisi, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.76

Güdülenmiş Muhakeme

Visits: 557

Dünyanın tüm enformasyonuna parmaklarımızın ucuyla erişebildiğimiz bu çağda, temel gerçekler konusunda neden hala böylesine yaygın anlaşmazlıklara sahibiz? Karşımızda duran onca kanıta rağmen insanların önyargılarını değiştirmek neden bu kadar zor?

Belki de bu kusurlu kanaatlerin bazıları, kasıtlı olarak yayılan yanlış bilgilerin bir sonucu. İnternetin tesiri öyle büyük ki hatalı bilgiler de hızla yayılıyor. Ama bu sahte bilgilerin, insanların bilgiyi yayma becerisi kazanmasından bu yana yayılmaya devam ettiğini de biliyoruz. Daha da vahim olanı, sahte bilgilerin yayılmasına yardımcı olan bu teknolojilerin hepsi aynı zamanda elimizdeki enformasyonun gerçekliğini de hızlıca kontrol edebilmemize imkân tanıyor. Aklımıza hızlıca takılan kontrol soruların birçoğu için yetkili ağızlardan, güvenilir yanıtlar elde edebiliriz. İnsanlık tarihi boyunca bir soruya cevap bulmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Özetle gerçeğe erişim konusunda ilk kez bu kadar şanslıyız. Öyleyse neden hala yanlış inançlara sahibiz?

Sosyal psikologlar bu soruya şaşırtıcı bir yanıt sunuyor: İnsanlar, aksi yöndeki kanıtlarla karşı karşıya kalsalar da inandıkları bir şeyi değiştirmek konusunda hata veriyorlar ve bu durumun kaynağı psikolojimizdeki derin bir kusura dayanıyor. Kısaca özetlersek; psikologların ortaya koydukları üzere, var olan inançlarımıza zıt düşen bir bilgiyi işleme şeklimiz, inançlarımızı destekleyen bilgileri işleme şeklimizden farklı. İşte bu tuhaf duruma “güdülenmiş muhakeme” deniyor. Var olan inançlarımıza (ya da doğruluğuna inanmak istediğimiz şeylere) uyum sağlayıp, doğru olduklarını işaret eden verilerle karşılaştığımızda bunları hemen “gerçekler” kategorisinde ele alıyoruz. Bu veriyi, önceden var olan gerçeklerle aynı kategoride değerlendirip, var olan inancı doğrulayan bir kanıt gibi görmekteyiz. Diğer taraftan, el üstünde tuttuğumuz bu inançlara ters düşen bir bilgi görünce bu kadar aceleci davranmayıp, ince eleyip sık dokuyarak bilginin kaynağını dikkatlice inceleme eğilimine giriyor, derinlemesine kontrol ediyoruz. Beklenildiği üzere, böyle bir yaklaşımın içindeyken karşımızdaki bilginin kusurlarını bulmaya odaklandığımızdan, en ufak bir hata görürsek tamamını göz ardı edip onunla çelişen inancımıza bağlılığı sürdürüyoruz. Psikolog Tom Gilovich bu süreci incelikli bir şekilde ele alıp, zihinlerimizin iki şaşırtıcı soruyla harekete geçirildiğini gördü. Enformasyon, inandığımız şeyle örtüşüyorsa; “Buna inanabilir miyim?“, ters düşüyorsa “Buna inanmalı mıyım?” sorusuna yoğunlaşıyoruz.

Bu sadece siyasi inançlarla sınırlı değil. Bilim, sağlık, batıl inançlar, spor, ünlülerle ilgili haberler ya da inanmaya meyilli olduğumuz herhangi bir konuda da geçerli. Bu konudaki önyargılarımızın evrensel olduğunu gösteren yeterince kanıt var. Yani sağ ya da sol görüşlü aşırı politik uçlardaki bireylere ya da sadece narsist kişilere özgü bir hatadan değil, hepimizde olan bir kusurdan bahsediyoruz. Hatta bu durumu hemen kendi üzerimde test edebilirim. Örneğin kafeinin sağlığımız açısından faydalarına dair tıbbi kanıtlarla karşılaştığımda (kahveyi seven biri olduğum için) memnuniyetle kabulleniyorum. Ama kafeinin olumsuz etkilerine dair bir çalışma görünce bu kez daha dikkatli bir şekilde inceleyip detaylarına odaklanmaya başlıyorum: “Katılımcılar olması gerektiği gibi seçilmemiş!” ya da “Zaten kimse araştırmanın yayınlandığı bu hakemli dergiyi bilmiyor.” Ya da o an hangi detaya takıldıysam…

Sahip olduğum önyargıyı biraz sorguladığımda bu yaklaşımımdan endişe duyuyorum. Öyle görünüyor ki güdülenmiş muhakeme yüzünden çarpıtılmış, taraflı verileri ya da yanlış olduğu ortada olan bilgileri kabullenip, var olan inançlarımı koruma eğilimindeyim. Hâlbuki bir yandan bu inanca sahip olup, diğer taraftan konu hakkındaki gerçeklere ulaşma konusuna samimi bir istekle yaklaşıp, verileri tarafsız bir şekilde inceleyebilirdim. Böylece o konuyla ilgili en iyi doğru erişmiş olur, karşıma çıkanları incelerken mantıksal düşünme yönünde çaba gösterebilirim. Aynı konu hakkında benden farklı düşünen biri, gerçeğe ulaşma konusunda tarafsız bir samimiyet sergiliyorsa tamamen aynı adımları izleyip bambaşka bir sonuca varabilir. Özetle bir şeyi mantıklı bir şekilde incelesek bile muhakeme gücümüzü farkında bile olmadan kişisel seçimlerimizle yönlendiriyoruz. Umarım güdülenmiş muhakememizin farkına varmak, onu yenmemizle sonuçlanır. Fakat henüz bunu başarabileceğimizi gösteren bir kanıt yok.


Yazar: David Pizarro, Psikolog ve Bilişsel Bilimler Uzmanı; Cornell Üniversitesi, Popular Science Türkiye, Mart 2017, s.75

Neden gözümüzü kırparken görme algısı kesintiye uğramaz?

Visits: 2261

Her birkaç saniyede bilinçsizce gözlerimizi kırparız. Göz kapaklarımız kapanırken göz küresi göz çukurunun içinde geriye doğru çekilir. Birkaç yüz milisaniye sonra göz kapakları açılırken göz küresi de yeniden ileri doğru hareket eder.

Göz kırpanın, göz sağlığı için çok önemli iki işlevi vardır.

  • İlk olarak, göz kapağının kapanması sırasında gözyaşı bezlerinden emilen su, göz küresinin tamamının nemlenmesini sağlar ve böylece gözün kurumasını engeller.
  • İkinci olarak, göz kırpması gözü tahriş edici maddelerden de korur. Ayrıca göz kırpasının hareket sırasında gözün bir noktaya odaklanmasına yardımcı olduğu da düşünülüyor.

Göz kırpma sıklığı yaşa, cinsiyete göre değişir. Küçük çocuklar dakikada 1-2 kez gözlerini kırparken; yetişkinler dakikada ortalama 10 kez gözlerini kırpar. Sağlığı bozuk insanların göz kırpma sıklığı sağlıklı insanlarınkinden farklı olabilir. Örneğin, sinir sistemindeki sorunlar, takıntılı bir şekilde sürekli göz kırpmaya sebep olabilir. Parkinson hastalarının göz kırpma sıklığıysa sağlıklı insanlarınkinden düşüktür. Uzun süre bir şeye odaklanarak bakmak gözlerin normalden daha az kırpılmasına sebep olabilir. Örneğin kitap okurken göz kırpma sıklığının dakikada 3-4’e kadar düşmesi gözlerin kurumasına ve yorulmasına neden olur. Gözlerimizi kırparken kısa bir süre için göze ışık giremez. Ancak hepimizin gayet iyi bildiği gibi bu durum görme algımızın kesintiye uğramasına neden olmaz. Beyin çeşitli karmaşık süreçler sonucunda kırpma öncesi ve sonrası görüntüleri birbirine uydurur. Yakın zamanda yapılan araştırmalar, bu süreçlerin tahmin edilenden de çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor.

Göz kapakları kapanırken geriye doğru giden göz küresi, göz kapakları açıldıktan sonra her zaman aynı noktaya geri dönmez. Dr. Gerrit W. Maus ve arkadaşlarının yakın zamanda Current Biology’de yayımladıkları makaleye göre, beyin gözlerin kırpma sonrası odaklandığı noktayı kırpma öncesiyle aynı yapmak için göz kaslarını harekete geçiriyor. Araştırma ekibinin lideri Prof. Patrick Cavanagh, gözlerin çalışmasını modern film kameralarınınkine benzetiyor. Kameraların film çekimleri sırasında çoğu zaman hareket etmeleri gerekir. Bu sırada yaşanan ufak sarsıntılar kameranın odaklandığı görüntünün değişmesine neden olur. Ancak kaydedilen görüntülerde bu sarsıntıları göremezsiniz. Çünkü kameraların kullandığı karmaşık yazılımlar kaymaları yok ederek net görüntüler oluşmasını sağlar. Göz kırpma sırasında odaklanan noktanın değişmesi de kameraların sallanmasına benzetilebilir. İnsan beyni de tıpkı karmaşık kamera yazılımları gibi birbirleriyle tam olarak eşleşmeyen görüntüleri bir araya getirmeyi başarıyor.

Deneyler sırasında katılımcıların uzun süre karanlık bir odadaki ekranın üzerindeki noktaya odaklanmaları istenmiş. Katılımcılar gözlerini her kırptığında nokta bir santimetre sağa kaydırılmış. Her ne kadar kaymalar katılımcıların farkına varamayacağı kadar küçükse de beyinleri her seferinde gözlerini noktanın yeni konumuna odaklamış. Üstelik yaklaşık 30 kırpmadan sonra beyin otomatik olarak noktanın yeni konumunu tahmin etmeye ve gözleri bu bölgeye odaklamaya başlamış. Dr. Maus, katılımcıların noktanın konumundaki kaymaların bilincinde olmadığını, ancak buna rağmen beynin bu kaymaları fark ederek kaydettiğini ve daha sonra hafızasındaki bilgileri kullanarak tahminler yapmaya başladığını söylüyor.


Yazar: Dr. Mahir E. Ocak, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Mart 2017, s.136.