The Dreamers(The Movie)

 

THE DREAMERS

 

Blogumun ilk sayfasında beni çok etkileyen bir filmi konu etmek istedim.‘The dreamers’ adından da anlaşılacağı üzere her ne kadar siyasi ve toplumsal konuşmalar ,filmlerle başlasa da gerçeklikten uzak ve kendilerini soyutlamış karakterlere yer veriyor. Adında olduğu gibi film daha en başta karakterlerin nasıl kişiler olduğunu bize hemen gösteriyor.Üç başrol karakterini bir filmi izlerken görüyoruz ve üçü de fimle büyük ilgiyle en önceki koltuklardan bakıyorlar.Matthew bunun nedenlerini şöyle sıralıyordu;Görüntüler hala tazeyken henüz arka sıralara düşmemişken ve eskimemişken görmek istiyorduk ya da perde cidden perde görevi görüyor ve bizi dünyadan gizliyordu.Bununla bağlantılı olarak  Theo ve Isabelle karşımıza kendi kabuklarına etilmiş iki karakter olarak çıkıyor.Her ikisi de aslında özgürler ama bunun farkında değiller.Birbirlerini dış dünyaya tamamen kapatmışlar filmin ilerleyen sahnelerinde tv’nin en popülerleştiği dönemde ikilinin tv’den uzak durduğunu öğreniyoruz.İkiz oldukları için birlikte büyüyorlar ve birbirlerine karşı saplantılı bir takıntıya sahipler. Matthew ilk başka bu ikilinin yakınlıklarından çok rahatsız olmuştur ama o da daha sonra ‘Farklı bedenlerde tek kişisiniz’ der.İki kardeş nasıl anne karnı içinde çıplak kaldılarsa halen kendilerini dünyadan soyutlarlar. İkizlerle kaldığı ilk gece sonrası Matthew onları beraber uyurken görür.Bunu çok yadırgar ama aralarındaki ilişkiyi merak da eder.Üçlüyü ilk biraraya getiren sinematektir.Yerel bir sinema müdürünün atılmasıyla ilgili bir protesto hızla geniş çaplı ayaklanmalara tırmanıyor.Bu sırada 1 Amerikalı genç olan Martthew iki Fransız kardeşle tanışıyor. Aralarındaki bağ filmlere duydukları ortak tutkuyla artar.Birbirlerinin film bilgisini onlardan sahneleri yeniden canlandırarak test ederler ancak yanlış bir cevap çoğunlukla cinsel bir meydan okumaya neden olur.Bu yönüyle filmi ‘Cruel Intentions’ filmine benzetmek mümkündür. İki filmde de cinsel meydan okumalar ve iki kardeşin ortak sevgi ve tutkusu haline gelen yeni bir arkadaş konu edilmiştir.Aynı zamanda, filmde bir dönemi tanımlama amacı çoktur bu yönüyle yine ‘Cruel Intention’ filminden izler taşıdığı söylenebilir.Film zaten genel anlamda başka filmlere atıfta bulunur sadece bu filmlerden ayrı olarak ‘The dreamers’ da Paris ve dönemin siyasi olayları özellikle filmde konu edilmiştir.Filmde iç ve dış dünya ayrımı ciddi boyutta kendini göstermektedir.Evin içi ve dışı bu ayrımı simgesel olarak bize gösteriyor.Theo ve Isabelle zaten iç dünyalarına çekilmiş iki kişidir ve Matthew de onlarla kalmaya başladıktan sonra bu daha açık bir şekilde görülür. Üçlü yemek yapmaz, çöplerini atmaz.BU durumu Matthew şu şekilde özetlemiştir;  “Dünyayı arkamızda bırakarak denize doğru sürükleniyorduk.“. Toplum ahlak kurallarını bilmeden yetişmişlerdir bu yüzden Matthew onların bu yönünü hem sever hem eleştirir onların büyümediklerini gözlemler.Kendisine çok farklı gelen bu duruma zamanla çok kolay alışır.Isabelle ve Theo birbirleriyle cinsel bir ilişki yaşamazlar ama başkalarıyla da görüşmezler.Isabelle ile Matthew mutfakta beraber olurken aslında Isabelle dış dünyaya bir adım atar bu yüzden ağlar o sırada ise dışardan eylemlerde olan gürültülerin gelmesi evin diş dünyayla bağlantısının başladığı anlardandır.Bertolucci filmi güçlü kılabilmek için adeta ‘kör göze parmak sokmak’ yoluyla müstehcenliğin sınırlarını zorluyor.Bunu yaparken o döneminde toplum normlarını zorladığını anlatmak istemiş olabilir.Eşcinselliğin bu dönemden sonra kabul gördüğü normalleştiği düşünüldüğünde filme bu yönden bakmak doğru olur. Filmin beni ayrıca şaşırtan daha sonra ise insan doğasına uygun gördüğüm bazı yönleri oldu.Bunlardan biri Matthew’in yaşadığı değişimdir.Filmin başında matthew ve Isabelle ilk tanıştığında Isabelle Matthew’e sinemadan hoşlanın biri için aşırı temiz olduğunu söylüyor burda Matthew in düzene olan önemini görüyoruz yine akşam yemeğinde Matthew’in saçlarının bile çok düzenli oluşu bunu kanıtlar nitelikte ama zamanla Matthew ikiliye uyarak düzensiz bir hayatı yadırgamamaya başlıyor üstelik de bu çok hızlı gelişiyor.Matthew’in aynı zamanda bohem bir tarzda yetişmediği ailesinin Isabelle ve Theo’nun ailesinden farklı olduğu fark ediliyor ama bize oldukta düzgün bir Amerikalı olarak tanıtılan bu genç insan doğasının dayanıksızlığını adeta gözler önüne seriyor.Aynı zamanda, Matthew kendi içinde çelişkiler yaşıyor film boyunca merakından dolayı Isabelle ve Theo’yla kalmaya devam ediyor ama alışık olmadığı bazı durumlarda dayanıksızlaşırken bazı durumlardaysa bu yadırgama yok olmuyor.Isabelle’ya kendi iç dünyasının dışana çıkmasını ve etrafı keşfetmesini tavsiye ediyor.Isabelle’nin bakire olduğunu fark ettikten sonra onu öpmesi aslında Matthew’in ikiz kardeşlerin arasındaki ilişkiyi ve ikilinin hala çocuk olduğunu o zamana kadar tam olarak anlayamadığını gösteriyor.Matthew bunu fark ettikten sonra ikilinin beraber büyüyemeyeceğini ve dışarı çıkıp başkalarıyla flört etmeleri geretiğini söylüyor ama bunların Isabelle için ne kadar zor olduğunu daha sonra anlıyoruz.Isabelle intihar etmeyi denerken aslında o an bile onun çocuk kaldığını bize gösteriyor.Büyümekten ve kardeşiyle olan bu bağı koparmaktan ölesiye korkuyor.Matthew’in insan ruhunda da olan doğal dayanıksızlığını ve değişimini filmin sonlarında Theo’da da görüyoruz.Evde ve dış dünyadan soyut kalmış haldeyken insanları öldürmek yerine hapse gitmeyi tercih edeceğini söyleyen bu gencin bir anda eline molotof alan biri haline geldiğini şaşkınlıkla izliyoruz. Burda da insanların bir olayın içinde olduğunda kendi kurallarına uymasının ne kadar zor olduğunu ve dayanıksızlığını tekrar görebiliyoruz.Theo evde yani iç dünyasında Vietnam savaşını ve bu savaşa katılan askerleri suçlarken gerçek dünya da  konu kendi ülkesi olduğunda şiddeti kullanmaktan kaçınmıyor.Film genellikle karakterlerin bu kendileriyle,dış dünyayla ve başkalarıyla olan çatışmalarını vurguluyor bize.Filmin başından sonuna dek Theo ve Matthew arasında geçen konuşmalarda birbirine zıt fikirleri paylaştıklarını görüyoruz.İlk akşam yemeklerinde Matthew Theo’nun babasını severken Theo olumsuz bir yorum yaparak bize ilk sinyali veriyor daha sonra bu fikir çatışmaları yönetmen, gitarist gibi birçok yöne ayrılıyor. Bütün bunların Amerikalı ve bir Fransız’ın aralarındaki aynı dönemde yaşamalarına rağmen oluşan ve varlığını koruyan farklılıklara dikkat çekmenin amaçlandığını söyleyebilirim.Yine filmin en başında Matthew zaten bu farklılıkları anlamıştı ve şu şekilde bir tespitle bunu ifade etmişti; “Sadece Fransızlar bir sarayın içine sinema yerleştirebilir diye düşünüyordum. “68 hareketi son sahneye kadar daha çok pencereden bakılan, televizyondan izlenen bir olay halindeydi. Hatta Matthew ve Isabelle randevuya çıktıkları gece eylemlerin bütün Paris’e yayıldığını ilk defa fark ediyorlar.Artık eylemcilerinde öğrenci bile olmaması onları şoka uğratıyor.Filmin sonunda karakterler bizi oldukça şaşırtarak düş dünyaya açılıyorlar ama Isabelle ve Theo yine birbirine olan bağlılıklarından kurtulamıyor.Matthew ikiliyle daha ilk yakın olduğunda hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağını anlasa da girdiği kaçamadığı bu ilişkiyi terk etmeyi seçiyor. Bence bu film bize dışarıdaki dünyadan ve o dünyanın değer yargılarından kendini soyutlamış, özgürlüğün, sevginin ve bağlılığın yoğun bir şekilde işlendiği karakterleri izletti.Yönetmenin anti-komunist çizgisini açıkta ifade etmesi ve Theo’nun molotofu atması nedenleriyle yönetmenin taraflı olduğu da filmde görülüyor.Yoğun eleştirilerini simgesel bir şekilde anlatan hem Fransa’yı dönemin koşullarıyla hem de o dönemin yetişen insan profilini anlatmaya çalışan her sahnesi etkileyici bir filmdi.