ŞATO

ŞATO

 

Merhaba sevgili okur, bu yazımda Kafka’nın yarım kalmış romanı Şato’dan bahsetmek istiyorum. Romanda yaşadığımız yüzyıldan,otoriteden,günümüz dünya siyasetinden ve günlük hayattan çok fazla şey bulabiliriz.Belki de bu nedenle bütün Kafka romanlarındakine yakın hatta daha ağır olan karamsar hava beni boğmadı ve okurken sıkılmadım.Kitap köye gelen birinin kimse kadastrocu olarak atandığına inandıramamasıyla başlıyor ve baş karakterimiz K roman boyunca şatoyla ve köylülerle bir mücadele içerisinde olmaya daha ilk sayfada başlıyor.Romanda sayfalar ilerledikçe dikkatimi ilk çeken şey Kafka’nın zihinsel mekanla fiziksel mekanı iç içe geçirmiş olmasıydı.Karşımıza çıkan ilk örnek K., Şato’ya ilk yaklaştığında Şato’yu “tepede açık seçik kenar çizgileriyle” görür. “ne eski bir derebeyi kalesi, ne de bir saraydı; az sayıda iki katlı, buna karşılık çok sayıda alçacık binadan oluşup geniş bir alana yayılmış, birbirine pek yakın bir yapılar topluluğuydu. Bir şato olarak bilinmese, küçük bir kent gözüyle de bakılabilirdi.”  demiştir.Romandaki genel konudan biliyoruzki Şato aslında bize bilinmeyen bir otoriteyi simgelemektedir bu nedenle ismine uygun bir bina değildir.K ne zaman hedefine yani Şatoya yaklaştığını düşünse çevresini ve ortamı daha güzel görmeye başlamış ve o şekilde betimlemiştir.Barbanas’ın peşine Şatoya gitme hayaliyle çıktığı gece eve vardıklarında oluşan hayalkırıklığı nedeniyle K evi ve Barbanas’ın ailesini olduğundan daha sevimsiz görmeye başlamıştır. Benzer şekilde K avluda Şatoya ulaşmasına neden olabilecek yetkide biri olan Klamm’ı sıkıştırabileceğini düşünürken avluyu ve sonraki sokağı çok güzel bulur.Bu durum da tam tersi bir şekilde de etkilenme olabilir tıpkı odamızın renginin bizim halimizi etkilemesi gibi ama bu açık şekilde verilmediği için bilemiyorum kitaptaki pek çok şey gibi okuyucunun hayal dünyasına bırakılmış. Kitaptaki önemli bulduğum ve yazımın başında da söylediğim gibi kitap bize yaşantımızdan olayları hatırlatıyor.Kitabın başında bütün Şato otoritesi ve köylülerin tutumuna rağmen kendi için savaşan ve yılmayan bir karakter görüyoruz ve hepimiz ona katılmadan edemiyoruz ama ilerleyen dönemlerde bu yerini toplumdan ötekileştirilmiş insanların ortak saygısı,nefreti ve kararsızlığı kalıyor.Karakterimiz K bu nedenle kendiyle benzer bir olayı yaşamış olan Barbanas’ın ailesine karşı yakınlık duymaya başlar ve sevdiği kadınla bile konuşurken bu kadar anlaşılamadığını Olga’ya itiraf eder.Kafka bu durumu  “Biz ötekikerin birbirimizle konuşacak çok şeyimiz vardı elbette. “ diyerek özetliyor.Kafka’nın bu konuya yer vermesi ve konun üztünde durması onun içedönük kişiliğini de bizim karşımıza çıkarıyor bu romanda.Kafka baş karakterle kendini yakın buluyor hatta belki de zaman zaman ikisinin birbirine geçmesi gibi bir his insana işliyor.Romanda bütün köylülerin otorite karşısında bu derece itaatkar olması hatta bu nedenle Barbanas ve ailesini kendilerinden soyutlamaları ve bu derece acımasız olmaları bana Hitler dönemini anımsattı.Milyonlarca insanın tek bir iktidar karşısında bu kadar acımasız ve soğukkanlı olabilmesi normal bir şey midir yoksa bu insanları boyun eğdikleri için suçlamalı mıyız?Bir gerçeklikte insanların otoritenin istekleri dışında da hayatlarını sınırlandırmaları ya da cezalandırılmış olana cüzzamlı gibi yaklaşmaları durumu vardır.Bana kalırsa insan hayatı seçeneklerle dolu ve sadece korku nedeniyle bir insanı ve ya aileyi ötekileştirmek acımasızlıktır. Roman boyunca aklımda tek bir cümle vardı .

“İnsan eğer vicdanı güçlü değilse, otorite karşısında zayıf, vahşi bir canlıdır.”. (MILGRAM,Otoriteye İtaat)

REFERANS

Dr. Milgram’ın kitabı: Otoriteye İtaat (1974)

ŞATO,Franz Kafka