Kaygıyı korkudan ayıran temel niteliklerden biri onun zamana yayılmış, zamanın ilerleyişine içkin biçimde her an bireyde titreşen ancak hiçbir zaman bir patlama yahut tepki biçiminde duyumsanamayan bir gerçeklik oluşudur. O, yalnızca zamanın ilerliyor oluşuna dair farkındalıktan beslenir ve var olmak için korkunun aksine bir nesneye, bir talihsizliğe yahut tehdide gerek duymaz. O, yaşadığının, yaşadığı sürece sorumlu kılınacağının farkında olan her bireye sürekli olarak kendini hatırlatır. Yaşanabilecek tüm kötü olasılıkların hayal kırıklığı ve yaşanabilecek tüm iyi olasılıkların kutlamasını bünyesinde sentezleyen kaygı, yaşama dair belirsizlik var olduğu sürece var olacak, yaşamın kendisini andırır biçimde olumlu yahut olumsuz olarak yargılanabilirlikten uzak bir gerçekliktir.
Korku, ani ve tamamen beklenmedik, “jumpscare” niteliğindeki olay ve durumlara tepki olarak doğmadığı tüm olasılıklarda kaygıya bağlı olarak duyumsanır. Bu nitelikteki bir dış uyaranın varlığı söz konusu olmaksızın duyumsanan korku, kaygıdan sıyrılmaya yönelik girişimlerin sonucudur. Kaygıyı unutarak yaşamaya çalışan, rutinin ve benliğine dair alışılmışlıkların narkotizasyonu içerisinde gelecek düşüncesinin biliş ve sezgisindeki varlığını eritmek isteyen birey değişime, değişmek zorunda olduğu gerçekliğine karşı savunmasız hale gelerek kendisi ve yaşam biçimindeki değişikliklere korku ile tepki verir. Zamanın benlik algısı ve alışkanlıklar üzerinde yaratacağı aşınmanın varlığını reddetmek, kaygının kabul edildiği ve onun içine dalmaktan çekinilmediği olasılıklardakinin aksine, yaşam deneyiminin kendisini bir korku nesnesine dönüştürür. Yaşadığı sürece değişeceği, değiştireceği ve bu değişimlerden sorumlu tutulacağı düşüncesinden kaçınmaya çalışan birey, bu düşünce tarafından olur olmadık zamanlarda tutsak edilerek korkuya maruz kalır.
Birbiriyle ilişkilendirilen, hatta yer yer birbirlerinin yerine kullanılan iki kavram olan kaygı ve korkunun iç içe geçmiş olduğuna dair yanılgı, bireyin geleceği bilmeye, bilemediği ölçüde bilinmezliğin varlığını unutmaya yönelik girişimleri tarafından doğurulur. Böylesine bir tutumu üstlenmiş kişide, geleceğin olasılıkları arasında yatan olumlu ve olumsuz, önceden kestirilememiş tüm olay ve durumlar ‘’beklenmedik’’ olma niteliği kazanarak korku uyandırır. Bireyin sabit bir ‘’ben’’ ve yazgı düşüncesine tutunmaya yönelik tüm girişimleri, onu kaygının içindeki titreşiminden geçici olarak muaf kılar ve bu muafiyetin karşılığı, korkunun yersiz zamansız saldırılarıdır. Durağanlığı, belirliliği güvence altına almak isteyen böyle bir tutum insanın tehlike altında olmamaya dair basit arzusu tarafından aklanılabilir. Ancak, değişimin bir tehlike olarak algılanması, gelecek olasılıklar arasındaki tehlikeleri unutma gayreti içeren bir düşünce ve inanç yapısının bir sonucudur. Bu durum, tehlikenin kendisi olarak ortaya çıkar ve yaşam deneyiminin kendisini bir korku nesnesine dönüştürmesiyle, en korku dolu yaşamların iskeletini hazırlayan bir tehdittir. Her birey, kaygının içine dalarak bu acı tatlı deneyimin ağırlığını kaldırmayı üstlenmek ile bu deneyimi yadsıyarak yaşamını korkunun acılığına teslim etmek arasında bir seçim yapmak zorundadır.
Leave a Reply