Kendisini psikoloji kliniğine girmeye ikna etmiş bireyin, var olduğunu iddia ettiği sorunun niteliğinden bağımsız olarak olumsuz duyumsamalar tarafından rahatsız edildiği rahatlıkla öngörülebilir. Bir psikoloji yahut psikiyatri kliniğine başvurmuş hasta; şikayeti ne olursa olsun, ona hangi psikoloji okulunun ilkeleriyle yaklaşılırsa yaklaşılsın, üzerinde durulan onun duyumsamalarının ‘’nedenleri’’. Hissettiklerimizin kağıt üzerinde ifade edilebilecek bir nedeni olduğu, psikolojiyi onu gerçek bir bilim olduğuna ikna eden temel var sayımlardan biri gibi görünüyor. Hastanın öyküsünde yahut ifadelerinde duyumsadıklarının suçlusu belleyebileceğimiz bir kırılma gözlemleyemediğimizde ise hastanın durumundan hastanın kendisini sorumlu kılınabiliyor. Tüm koşullarda, deneyimlenen ‘’olumsuz’’ duyumsamalardan bir insan, bir olay yahut bir tesadüf sorumlu tutuluyor. İnsan bilişselliğinin kompartmanlarında olup bitenlerin kendi aralarındaki bir nedensellikte temellendirilebileceği önkabulü ile olumsuz nitelediğimiz halleri üstlenecek bir günah keçisinin arayışına çıkıyoruz. İnsanı biricik kılan koşullardan biri olan, nedensizce kaygılanma yahut hüzünlenme özellikleri anında halının altına süpürülüyor.
Duygulanımların neden sonuç ilkesi üzerinden şekillenmediği, kendinden menkul olgular olarak yüzeye çıkabilecekleri kuşkusuz göz önünde bulundurulmalı. Kaygı ve hüzün, üzgünlük ve korkudan bağımsız gelişen nesnesiz duygulanımlar olarak değerlendirilmeli. Kendi hüzünlerine ve kaygılarına bağımlı hale gelen insanların sık karşılaşılan varlığı, bu duygulanımların kendisine devinim kazandırabilen niteliğini gözler önüne seriyor olsa gerek. Kaygısının ve hüznünün kökündeki gizemi ısrarla koruyan bir bireyi ele alırken bu halin olmuş yahut olmakta olan bir durumdan yahut gelecekte yaşanmasını beklediği belirli olumsuzluklara dair tefekkürden değil, geleceğin onu daima bekliyor olduğuna dair temel farkındalıktan doğabileceği göz önünde bulundurulmalı. Kaygı ve hüzün, kişiye kendi varlığını hatırlatan ve onu sorumluluk almaya iten, doğal ve kendini var eden olgular olarak ele alınmadıkça sıradan insanlık durumları olarak ele alınamaz.
Söz konusu duygulanımların yaşanmamış olması gereken deneyimlerin talihsiz sonuçları olarak değerlendirilerek şeytanlaştırılması bireyin onların içine dalarak bu duyumsamaların vaat ettiği yaşama atılımından yoksun kalması demek. Her sözde olumsuz duyumsamada bir çeşit talihsizlik deneyimlediğini kabullenen, üstüne her seferinde duyumsamanın nedenini öğrenmeye yönelik düşünsel bir çırpınma içerisine giren kişinin geleceği gerçekleştirilebilir algılaması olanaksız. Üstelik, olumsuz kabul ettiğimiz duyguların geçmişte yatan nedenlerini, bir yanılgı olarak yahut gerçekten anlamamız bizleri bu duyumsamalarla çarpışmaktan muaf bırakmıyor. Bilmenin hissetmeyi körleştirebileceğine inanmak, kişiyi sonsuz bir düşünme spiralinin ortasına fırlatan yanlış bir varsayımdan ötesi değil. Kierkegaard ‘’Hayatı geriye dönerek anlar, ileriye dönerek yaşarız.’’ derken kaygının geçmişten değil bilinmeyenin ve özgür seçimlerin koşulsuz varlığının gövdesinden budaklandığı geleceğe atfediyordu. Yaşanmışın değil henüz yaşanmamışın gövdesinden koparak insan varlığına yerleşen kaygıya geldiği bilinmez yerlerden bilinen bir neden seçmek imkansız. Aynı şekilde tanımının üzgünlükten ayrıldığı nokta ortaya çıkmak için belirli bir nedene ihtiyaç duymayışı, bu özelliğinden ötürü kazandığı süreklilik ve başına buyrukluk olan hüznü de terapi odasında temellendirmek olanaksız. Kişilere kaygı ve hüznü nasıl yöneteceklerini öğretmek gibi bir iddiam olmasa da bu duygulanımların olumluyla olumsuz arasındaki dikotomiyi aşkın ele alınacak gerçeklikler olduğunu içselleştirmenin hem birey hem ruhbilim için bir gereklilik olduğunu vurgulamam gerektiği kanaatindeyim. Bilinmezliğin ve insanın mutlak tamamlanmamışlığının içselleştirilerek insana olaylardan bağımsız olarak kendini sürekli hatırlatan kaygı ve melankolinin kaynağı olarak benimsenmesi bu bilinmezliğin içine düşünerek değil yaşayarak dalabilmenin, yaşama güdüsünün solup gitmesini engellememenin tek yolu.
Koray Kurtoğlu
Leave a Reply