Yontulmamış, çocuk kalmış, saf haliyle en yıkıcı duygulardan olan sevgi, muhtaç, savunmasız, küçük olana; yavru kedilere, mazlumlara, ihtiyarlara, sesi çıkmayanlara yönelir. Sevgi, karşısındaki varlıkta sevimliliğin bu kriterlerini bulamadığında, kendisini var edebilmek için, onu küçültmek yahut kendinden mahrum bırakmak vesilesiyle sokulabileceği bir boşluk yaratır.
Halkın sevgisine boğulan kimseler ekseriyetle aynı halk tarafından öncesinde alabildiğine küçültülmüş, bir nefret ve alay nesnesi haline getirilmiştir. En coşkulu aşkların anlatısında sevme eyleminin akışını bölen ihanetler, aşağılamalar, yok saymalar göze çarpar. İnsanın sevme eylemine tutkuyla bağlı oluşu, onu daha fazla sevebilmek için kendi mazlumlarını yoktan var etmeye -zulme- iter.
Doğal eğilimi, ihtiyaç duyulduğu yere yönelmek; bu ihtiyacı göremediğinde, karşısındakini kendisine muhtaç etmek adına kırbacını eline almak olan sevgiyi yıkımla olan birlikteliğinden ayırmak, sevme eyleminin cazibesine karşı koymaya dair kuvvetli bir irade gerektirir. Onun, hiçbir dünya gerçekliğinin olmadığı gibi salt iyi bir gerçeklik olmadığı ile yüzleşmek; bu yolda bireyin kendi sevme tutkusundan fedada bulunması, kendi sevgilerimizi yaşatmak adına başkalarının sevme yetkinliğini ve sevgiye inancını baltalamamak, kısacası yeri geldiğinde sevmekten feragat etmek, insani bir sorumluluk ve gerekliliktir. Sevgi, bu farkındalığın kavrandığı ve yaşatıldığı ölçüde dünya üzerindeki varlığını sürdürebilir.
Leave a Reply