Denemeler

Söz sanatlarının en masrafsızı benzetme olmalı. İmgelerin birbiriyle kurduğu anlam ilişkilerinin, çağrışımların üst üste yığılarak birbirini gizlediği havuz içerisinde gizli ve yorucu olmaktan en uzak olan o. İnsan zihninin dünyayı karşılaştırmalar ile kavrayan yapısı benzerlik ilişkilerini çağrışımlar dünyasının yüzeye en yakın kısmına yerleştiriyor. Bir imge yahut kavramın niteliklerini bir diğerine aktarmakla yapılan sıçrama, bu nitelikleri ödünç alan imge yahut kavramı kavramak veya kavratmak adına da eşsiz bir kolaylık sağlıyor. Bu kolaylık, benzetmenin diğer söz sanatları karşısında sivrilen doğrudanlığı, şiir yazmaya yeni soyunmuşların iki mısrasından birinde ortaya çıkan ‘gibi’’lerin var oluş sebebi olmalı. Benzetme eyleminin kolay ve kolaylaştırıcı yapısı, onu manidar cümleler yaratmakta kolaya kaçanların başvurduğu ilk yöntem haline getirebilir. Ne bu var sayım üzerinden acemilik alt metinli bir karalamaya girişmek ne de bol benzetmeli şiirlerden duyduğum tatsızlığı duyurmak niyetindeyim.

Benzetmek diğer çağrışım ve söz sanatlarına kıyasla yüzeysel görünse de işlevsel ve kadim bir eylem. Öyle ki Türk edebiyatı, hatta dünya edebiyatı yazınındaki tüm teşbihleri yok etsek yazılmış tüm eserler yarım kalırdı. Bu söz sanatının sanat amaçlı fazla kullanımını yuhluyor olmaktan uzağım; ancak benzetmeler üzerinden kavranan, yazılan, aktarılanın aşırılığı bir şiir ya da kurguya değil, yaşam deneyimine ait olduğunda duyduğum tatsızlığı yadsıyamıyorum. Benzetmek, benzemek için yaşamanın modern bir alışkanlık olup yaşam öykümüzü bütünlüğü, gövdesi olmayan bir parodiye dönüştürdüğü kanaatindeyim.

Sözünü ettiğim aşırılık bir çeşit alışkanlık olarak değerlendirilebilir. Bu alışkanlık, özenmek, bir başkasına benzemeye çalışmanın ötesinde yaşatılmakta. Bir diğer deyişle, değinmek istediğim aşırılık davranış düzeyinde değil, kavrayışımızın ve algımızın temellendiği soyut düzlemde yerleşmiş durumda. An, insan ve deneyim, kendine has ve deneyimleyene ait olma niteliğinden soyundurulup bir başkasına, bir başka zaman dilimine ait bir gerçekliğe olan benzerliğiyle içselleştiriliyor. Algı alanımıza giren ne varsa, önceden belirlenmiş; iyi, kötü, güzel ve çirkinin sınırlarını belirleyen, çoğunlukla medya araçları aracılığıyla içselleştirilmiş yargıların oluşturduğu bir çerçevenin içinde ele alınıyor.

Estetik ve etik yargılarımıza şekil veren imgelemler havuzunu dolduran, popüler bir internet dizisi, bir sosyal medya estetiği, viral mizah akımları; kısaca tüketildiğinde zevk ve tercihleri şekillendirme yetkinliğine sahip herhangi bir medya elementi olabilir. Bir sohbet anını kıymetli ve hissedilmeye değer yahut eğlenceli kabul etmemizi sağlayan onun bir dizi sahnesine benzerliği; bir insanı baştan çıkarıcı kılanın onun güncel bir ekran yüzünü andırıyor olması söz konusu. Gerçeklikleri anlık olarak yansıttıkları niteliklere ayrıştırarak değil diğer gerçekliklerden ödünç aldıkları ‘’vibe’’ları listeleyerek değerlendiriyoruz. Duygulanımlarımızın ve nesneye yahut deneyime atadığımız değerlerin açıklaması büyük oranda benzerlikler üzerinden açıklanıyor.

Bu noktada belirtmek isterim ki ne bir medya eleştirisi ortaya koymayı ne de özenti ile yaşanan bir hayatı karalamayı hedefliyorum. Popüler olanın değer yargılarında yarattığı aşınma ve insanı tekdüzeleştirmesi onyıllardır var ve onyıllardır eleştiriliyor. Bu çağa has olan ve geleceği tehdit eden ise benzetmenin bir öykünme hareketi olmayı aşıp düşünsel bir alışkanlık haline gelmesi. Bir diğer deyişle, ortada kendini bir başkası gibi yapmaya dair etkin bir çaba olmasa dahi, dünyaya ait gerçeklikler koşulsuz olarak benzerlik ve farklılık ilkeleri üzerinden yargılanmakta. Zannımca mevcut durumda tehdit ediliyor olan nesnenin ve deneyimin özgeliği. Sürekli kıyasa tabi tutularak, diğer gerçeklikler çevresinde algılanan deneyim ve nesnelere ait olan değerler ait oldukları gerçeklikten koparak solup gitme eğiliminde. Algı alanımıza girerek deneyimimizin bir parçası haline gelen nesne ve olayların hatırlanmaya yahut anlatılmaya değer olup olmadığı; nerede, kiminle, nasıl hissederek yaşandıkları yahut bireye has estetik ve etik değerlere nasıl dokundukları ile değil, iyi, kötü, güzel ve çirkinin sahte sınırlarını çizen diğer gerçeklikleri andırıp andırmadığı ile belirleniyor. Bu alışkanlığın daha da kuvvetli hale gelebileceği geleceğin koşulları altında, hiçbir gerçekliğin kendine atanmış anlam ve değerlerde kök salamadığı bir yaşamı deneyimlemek oldukça kuru ve tatsız olmalı.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *