Denemeler

Amacın Olmadığı Bir Dünyada İşi Anlamlandırmak

Borges’in ölümüne yakın katıldığı bir televizyon programının kaydında yaptığı bir Thomas Carlyle alıntısını anımsıyorum: Tüm çalışmalar saçmalıktır; ancak çalışmak saçmalık değildir. Bu sözü ilk duyduğumda yaptığım ancak sonuçlarından memnun kalamadığım, yaptığım ancak sonucunun ne olacağını kestiremediğim tüm işlere yeniden tutunmaya dair kuvvetli bir güdü duydum. Sonucu değil süreci, işin kendisini, anlam kaynağı tayin eden söylemler arasında beni ikna etmeyi en çok başaran bu olmuştu.

Aynı amacı taşıyan söylemler kuşkusuz Borges’in yaşamayı sürdürdüğü zamanlarda yaşayanlar için çok daha etkili olurdu. Geleceğe dair tasarıların yaşamın daha önce hiç kazanmamış olduğu değişme hızının karşısında rastgele söylemler olmanın ötesine çoğunlukla geçemediği çağımız koşullarında belirsizlik bir istisna olmanın çok uzağında. Özellikle mensubu olduğum genç nüfus için icra edeceği mesleği, yaşayacağı şehri kestirmek dahi çoğunlukla imkansız. Bu koşullar altında yaşamayı sürdüren bir bireyin geleceği şekillendirmeye yönelik tasarı ve edimlerini sonuçlar çevresinde anlamlandırması olanaksız. Borges, değindiğim alıntıyı ölümüne yaklaştığını kavradığında içselleştirmişti. Bundan kırk yıl önce, gelecek ancak ölüm olasılığı tarafından bu denli tasarlanamaz hale getirilebilirdi. Günümüzde, biz onyıllarca yaşayacak olsak dahi tasarılarımızı öldürecek değişimler henüz tasarı zihnimizde tam olarak şekillendirilmeden gerçekleşme eğiliminde.

Sözünü ettiğim değişme hızı aşkta, arkadaşlıkta, iş hayatında en çok göze batan haliyle var oluyor. Mezunu olduğumuz bölümle ilgisi olmayan bir işle uğraşacak olma olasılığımız çok yüksek. Babalarımızın mesleğini sürdürmeyeceğiz. Tutunduğumuz insanlarla olan ilişkimizi onyıllar boyunca sürdürebileceğimiz düşüncesinden çoktan caydık. Haliyle hizmete, diğerinin iyiliği uğruna hareket etmeye dair değerlere karşı körleşiyoruz. Diğerleri için bizi yararlı ve değerli kalacak niteliğin ne olduğuna, değer verilmeyi kimden umacağımıza dair sabit bir düşünce edinme fırsatımız yok. Kalıcılığın kaybolan bir değer olduğu bilinen, literatürde defalarca vurgulanmış bir olgu. Bu olguyu daha fazla açıklamak yahut onu olduğundan daha da büyük göstermek gibi bir niyetim yok. Değinmek istediğim, kalıcılığın ve hizmetin olmadığı koşullarda hareket etmeyi, çalışmayı sürdürmek adına bizleri ikna etme görevini üstlenen; işin anlamını, sonuca ve diğerlerinin yararına dair beklentilerin sırtından alıp sürecin, çalışma eyleminin sırtına yükleyen söylemlere içtenlikle inanmanın değerler dünyasında yaratacağı değişim.

Bu söylemler bir çaresizliğin sonucu olduğu gibi, görünürdeki tek çarenin geçerliliğini vurguluyor. Bir tasarıyı, ucunun nereye varacağını kestiremeksizin, gerçekleştirmeye yönelmek yiğitçe bir girişim olduğu gibi sonuçla ilgili çıkarım yapmanın olanaksız olduğu senaryolarda kişiyi taşlaşmaktan kurtarabilecek tek tutum. Belirsizlik, zamandan bağımsız olarak insan hayatının bir parçası iken onunla yüzleşen insan tekrar tekrar bu yaklaşım tarafından hayatta tutulmuş olmalı. Ancak belirsizliğin hayatın bir parçası değil kendisi haline geldiği koşullarda bu yaklaşım bizlere bir bedel ödetmek zorunda kalıyor.

Sözünü ettiğimiz kör ve yiğitçe adanmışlığı eylemlerinin meyvesizliğini aklına dahi getirmeden, mutlulukla sergileyen bir kişi hayal edelim. Bu kişi, vücudunun kuvveti ve estetiğini yüce bir amaç, bir savaş ya da müdafaa söz konusu olmaksızın geliştirmeyi ilke edinmiş bir ‘’gym faresi’’ olabilir. Yahut bu kişi, öğrendiklerini diğerlerine aktarmayı içeren bir kariyerin gelecekteki olasılığını aklına dahi getirmeden okuyup öğrenmeyi sürdüren bir kitap kurdudur. Böylesine bir adanmışlık, belirsizliğin ve amaçsızlığın caydırıcılığına karşı bir isyancasına sergilenen çabada eksik olan, bu çabanın kişinin kendisinden daha büyük gördüğü bir olguya hizmet etmeyi amaçlamıyor olması. Çalışmanın, kişinin dışında var olan dünyada var edilmek istenen bir değişimi, hatta diğerlerinin takdirini amaçlıyor olmaktan uzakta, solipsist bir çerçeve içerisinde anlamlandırıldığı yeni bir tanımı oluşmakta.

Çalışmanın kutsallığı insanlık tarihi boyunca bir çeşit hizmet, komünitenin refahı uğruna sergilenen bir çeşit fedakarlığın anlatısı çevresinde şekillenmişken ne yahut kim için olduğunu bilmeksizin bir çabada ısrarcı olan kişi çalışmasını neye dayanarak anlamlandırıyor? Cevap çalışmanın kendisi ise ve söz konusu çalışmanın kazanımları yalnızca sahibini ilgilendiriyorsa satır aralarında gizlenen cevap ‘’kendi’’ olmalı. İş ve amaç yan yana düşünüldüğünde, amaç su götürmeksizin söz konusu işin bir diğerinin, birey dışında var olan dünyanın üzerinde yarattığı etkiyi kapsıyorken; amacı denklemden çıkardığımızda, denklemin içerisinde tek başına kalan birey, yaptığı her şeyi kendi için yapmakla güdülenmiş oluyor.

Bunu yaparak mutlu olmak mümkün mü bilmiyorum; ancak farkındayım ki motivasyon, kendini geliştirme, potansiyeline ulaşmak gibi zihnimize ve dilimize yerleşmiş, harekete geçmenin anlamını amaç yahut sonuçtan işin kendisine nakletmeyi vaat eden kavramlar, gizliden gizliye bencilliğe bir değer niteliği atfetmekte. Başından beri sözünü ettiğim, beni de içine almayı başarmış kavrayışın eninde sonunda sırtını ‘’ben’’ düşüncesine dayadığına kanaat getirmiş durumdayım. Bunu iyi ve kötü çevresinde düşünmek istemiyorum, ‘’kendi’’yi şişirmek ve geliştirmek adına harcanan bir yaşam süresince mutlu olmanın mümkün olup olmadığını benim neslimin hayatını izledikçe öğreneceğiz. Kendi adıma, bunun olanaklılığına şüphe ile yaklaşmaktan cayabilmiş ve kendimi belirsizlikle bu şekilde baş etmeye ikna edebilmiş değilim.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *