Uzun bir aradan sonra…

Günlük koşturmacanın ve dünya gailesinin arasında “blog” satırlarına geri dönmek ferahlatıcı oldu aslında…Her ne kadar gündem pek ferah olmasa da…

Ülkemizin egemenlik tecellisinin yegane dayanağı olan TBMM yenilendi ve ancak bu ayın ilk günü yeniden ve memleketin her rengini barındıran bir görüntüyle karşımıza geldi. Temsil edilen ve edilmeyen her partinin gelecek adına “olumlu katkı” yapmakla sorumlu olduğu bir anayasa hazırlama sürecini hep birlikte göreceğiz. 21.yüzyıla yakışan ve köhnemiş düşünce ve kısıtlamalardan, askeri vesayetten uzak ama sürekli değiştirmeyi gerektirmeyen bir içeriğe sahip olmalı bu anayasa. Herkesi kucaklamalı, her vatandaşına sahip çıkmalı diline, dinine, ne giydiğine bakmaksızın…kimseye “öteki” dememeli, kimseye “öteye git” dememeli…

Bir yandan dünya gündemi de hiç hız kesmeden ve Türkiye’nin her an havasını değiştiren rüzgarlara teslim olmuş durumda. “Süper” güçlerin krize teslim olduğu, “ab”nin fildişi kulesinin Yunan protestoları ile “sarkozy-merkel” takıntıları arasında sıkıştığı bir ortamda, biz de her türlü krize “idmanlı” yurdum insanı ile ne yapacağımızı göreceğiz bakalım… 

Doktora tezimi, yeni değişen tez danışmanımın tavsiyeleriyle bir an evvel bitirme telaşı, günlük koşturmaca ve maişet tedariki içinde bakalım zaman neler getirecek…

Sevgi ve selamlarımla,

Taner Zorbay

4 Ekim 2011, Salı

Ankara

insanlık…ya şimdi, ya da asla…

Merhaba,

gönül isterdi ki, şimdi yazacaklarımın sebebi hiç meydana gelmemiş olsun. ama maalesef, israil devleti güvenlik güçleri, daha önce de defalarca yaptığı gibi, uluslararası hukuk ve insan haklarını çiğneyerek gazzeye giden yardım konvoyuna “terörist, provokatif, vb.” adlandırmalar ve “ulusal güvenlik” gerekçesiyle, müdahalede bulundu. ve yine aynı aymazlıkla israil devleti yetkilileri yaptıklarına gerekçeler sunuyorlar. kuruluşundan bu yana ortadoğuda barış ve güvenlik sorunlarının ana sebeplerinden biri olan bu devletin, ve onun “yetkili” makamlarının insanın kanını donduran rahatlıkları tam ibretlik…

bakın size önümüzdeki günlerin bir tahminini yapayım. şimdi, tüm dünyanın gözleri önünde bu eylemi gerçekleştiren israil, tıpkı 11 eylülden bu yana bir paranoya içinde sağa sola saldıran ve güvenlik ve savunma hakkının yalnızca kendine ait olduğu zannına sahip amerikan hükümeti gibi, günlük hayatına devam edecektir. birleşmiş milletlerde abd’nin vetosu sayesinde yine kınama bile görmeden bağımsızlığını ve güvenliğini “garanti” edecektir.

peki, israil ve amerikan hükümetleri bu olayı da sümen altı yaparken, dünyanın diğer bölümü ne yapacaktır??? hemen söyleyeyim…

birleşmiş milletler: abd vetosu yüzünden hiç bir şey yapamayacaktır.

avrupa birliği: tabii ki, abd’nin geleneksel dostluğu ihtiyacından hareketle, ortadoğulu diktatör dostlarının gönlünü de almak için, birkaç kınama sözcüğü sarfedeceklerdir.

islam devletleri: kendi aralarındaki “işbirliği ve dayanışma”nın yeni bir örneğini gösterecekler, birçoğu israil devletini “sert” bir şekilde kınayacak ama birlikte bir eylem yine yapamayacaklardır.

rusya ve çin: abd ve israili kınayıp kendi bölgesel oyunlarına devam edeceklerdir.

türkiye’de neler olacak: protestolar, kınamalar, sivil tepkiler… ve sonrasında en geç 15 gün sonra gündelik hayatın kısır döngüsü….

pekala, bu kadar “iyimser” bir tablodan sonra son yorum nasıl yapılabilir:

tarih, zulüm ile hiçbir devletin çok uzun ayakta kalmayacağını gösteriyor. nitekim hem abd hem israil kendi sonlarına her yeni gün biraz daha yaklaşmaktadırlar. ancak, unutulmamalıdır ki, zulüme tepki göstermek, şiddet ve karşı zulümle olmaz… şiddeti öngören her “çözüm” israil ve amerikan hükümetlerinin yaptığını sadece tekrar etmektir.

gelecek günlerin getireceklerini hep birlikte göreceğiz…

Nisan ayından Mayıs ayına geçerken…

Merhaba dostlar,

İlk yazımın üzerinden çok uzunca bir süre geçmiş…Günlük koşturmacanın içinde bir ton mazeret öne sürebilirim tabi. Ama yapmayacağım, yalnızca yazıma başlık olan kelimeleri çözümlemeye başlayayım bakalım, sonrası gelir nasılsa…

Efendim, baharın eskiye oranla biraz daha nazlı bir biçimde ve ağaç dallarını aldatırcasına gelme talimleri yaptığı şu günlerde hem yaşadığımız ülkede, hem de dünyada peş peşe önemli olaylar yaşıyoruz sanki. Belki de sadece öyle zannediyoruz. Fotoğrafın hep bir detayına takılıp, genelini görmeme hastalığına yakalanmamışızdır ümid ederim. TBMM’nin açılışının 90. yılına şahit olduğumuz şu günlerde, yasama-yürütme-yargı üzerine yapılan tartışmalar bitmeden, ilk kez “sayın istanbul valisinin teveccühüne tabi” bir “1 mayıs” buluşmasının hareketliliği başladı bile ülkemizde…Bunun dışında çok yoğun iç-dış gündem artık takibi imkansız süper hızlı trenler gibi gözlerimizin önünden akıp gidiyor.

peki, ne yapmalıyız bu hengame içinde? Ne olmalı olaylar ve insanlar karşısındaki duruşumuz? Siyasi-ideolojik, etnik veya dinsel temelli kimliklerimiz bu ülkede yeterince can yakmadı mı? Artık birlikte yaşamayı, farklılıklarımızı değil birlikte neler yapabileceğimizi konuşmanın zamanı gelmedi mi? Bence, artık bunun zamanıdır. Bizans düşerken, kendilerini kurtaracak meleklerin erkek mi dişi mi olduğunu tartışan Bizans sakinlerinin durumundan artık kendimizi kurtarmalıyız. Bir çakıl taşını bile vermeyiz diyenler her yıl erozyona verdiğimiz toprağın hesabını artık yapmalılar. Bu ülkeyi parçalamak isteyenler de, geçmişte bu toprakların insanının bam telinin hassaslığına dikkat etmeliler. Karayollarında her yıl binlerce insanımızı ölüme veya sakatlanmaya mahkum eden zihniyet, artık demiryollarının ve şehirlerde raylı sistemlerin ve toplu taşımanın daha insani ve çağdaş yöntemini bulmalıdır. Şehirleri yönetenler geçen yüzyılın despotluklarını yönettikleri belde sakinlerine aymaz bir edayla, sanki koltuklarından hiç inmeyecekmişçesine, uyguluyorlar. Artık bu “idareciler” için hesap verme vakti gelmelidir. İdeolojik rengi ne olursa olsun hükümetler, insan için çalışan yerel yöneticileri ödüllendirmeli, ideoloji – suistimal – yolsuzluk üçgeninde kaybolan yerel yöneticileri de tenkit edebilmelidir.

İletişimin sınırları ve duvarları anlamsız kıldığı bir çağda, ne Ortadoğu diktatörleri ne de “demokrasi havarisi” Amerikan askerleri günahlarını gizleyememektedirler artık. Dünyanın sınırlı enerji kaynaklarını veya yer üstü zenginliklerini kapma yarışındaki Batılı ülkelere kızmak veya lanet okumak devri geride kalmalıdır, çünkü onlar kendi çıkarlarını gözetmektedirler. Dünyanın gözü önünde, yarım yüzyıl önce yaşadığı mağduriyeti hala pazarlama malzemesi yapan ve öte yandan Filistinli çocuklara misket bombaları ve zehirli gazlarla “misillemede bulunan” İsrail, yalnızca kendi çıkarlarını gözetmektedir. Yapılması gereken onların ne yaptıklarından ziyade, bizim ne yapamadığımız değil midir??

Tüm bunları düşünelim bakalım… Ve aynanın karşısında sabahleyin kendimize bakarken, ne kadar kalacağımızı blmediğimiz dünyada, faydalı neler yaptığımızı tekrar gözden geçirelim….

Elbet, ümidimizi, tüm yaşananlara rağmen koruyarak, açan her çiçeğin, doğan her günün ve yağan her yağmur damlasının farkına / keyfine vararak yapalım. Belki o zaman gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın korkunçluğuna rağmen bir şeyler yapabilmek için gerekli enerjiyi her hücremizde yeniden hissederiz…

Bir başka yazıda görüşmek ümidiyle,

Sevgi ve selamlarımla,

Taner ZORBAY – 29 Nisan 2010, Ankara.

başlarken…

merhaba,

herkesin bir yerlere koşturduğu şu dünyada, herkese ulaşmaya çalışırken çeşitli araçlar kullanıyoruz hepimiz…

msn, facebook, twitter, bloglar, sms, wap….hepsi son dönemin gelişmeleri olarak insanların birbirleriyle kolayca iletişim kurabilmesini sağlamak iddiasında. ama yine hepimiz biliyoruz ki, birbirimize ulaşmak kolaylaştıkça birbirimizden uzaklaşıyoruz sanki. ortak konularımız sadece desteklediğimiz spor kulüpleri veya siyasi partiler oldu. eğer aynı dizileri veya programları seyrediyorsak konuşacak bir şeyler bulabiliyoruz… veya günlük gelişmelere aynı tarafta olduklarımızla birlikte katlanmaya çalışıyoruz belki de…yalnızca sevinçleri ve üzüntüleri paylaşssak bile artık sesli değil, yazılı olarak yapıyoruz bu eylemi… peki kaçınılmaz mı bu durum, başka şansımız yok mu? bilmem ki, düşünmek lazım üzerinde.  

bu yazı ilk olduğu için  bir konusu yok doğal olarak… yalnızca bir yerlerden başlamak istedim belki de… ilerledikçe günler, düştükçe takvim yaprakları, daha başka şeyler de yazarım umarım…

tekrar görüşmek üzere o halde,

sevgi ve selamlarımla

taner zorbay

ankara 23 ocak 2010